Kuşlar, Harika Kuşlar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yeryüzünde uçarak insani büyüleyen, ilham kaynagi olan canlilarin basinda geliyor kuslar. Ama bugün biz kuslarin yasami hakkinda neler biliyoruz? Kaç tür kus oldugunu bile hemen söyleyemeyiz. Astrofizikçi Hubert Reeves, yillarini alan gözlemlerini ve arastirmalarini bizimle paylasarak kuslarin sasirtici ve harika evrenini gözler önüne seriyor. Kesfetmek, Kuslar, Harika Kuslar'da Astrobiyoloji, Kurallar Koymak, Oynamak, Biyolojik Karmasikligin Tohumlari ve Tartismalar ana basliklari altinda doksan dört alt baslikla, çizimler ve fotograflar esliginde anlatilan kuslar, kuslarin yasamina iliskin saglikli bir bakis açisi kazanmak için kapsamli bir kaynak.

En Uzak Tarihöncesi...

Bilimsel kariyerim boyunca, Evren’e bakışımızın köklü değişimler geçirdiğini gördüm. Amerika’daki Cornell Üniversitesi’ndeki hocalarım, nükleer astrofiziğin öncüleriydi. Savaş patlak vermeden az önce, Hans Bethe yıldız enerjisinin kaynağı konusuna tatmin edici bir yanıt getirmişti: Güneş’in içindeki yoğun ısı, dört protonun birleşerek bir helyum oluşturmasını sağlar. Bu nükleer tepkimenin iki önemli sonucu vardır. Öncelikle, Güneş’in parlamasını ve faydalandığımız ısısını yaymasını sağlar. İkinci olarak, yeni bir element meydana getirir: helyum. Tez hocam Edwin Salpeter, “kırmızı dev” yıldızların merkezinde, bu helyumdan yola çıkarak karbon ve oksijen atomlarının nasıl oluştuğunu gösterdi.
Doktora tezim, bu öykünün bir sonraki bölümünü ele alıyordu. “Kırmızı üst dev” yıldızlarda karbon ve oksijenin birleşmesi sonucu neon, sodyum, magnezyum, alüminyum ve silisyum elementlerinin oluşumuyla ilgileniyordum. Tezimi yazarken, nükleosentez denen bu yeni bilimin gelişimi ile yerküredeki yaşamın evrimi arasında gördüğüm benzerlik karşısında şaşkınlığa düştüm. Biyoloji, bugün gezegenimizde yaşayan organizmalarda görülen çok çeşitliliğin her zaman varolmadığını söyler. Canlı organizmalar, ortaya çıkmışlar ve suda yaşayan ilkel hücrelerin birleşmesiyle yavaş yavaş dönüşüm geçirmişlerdir. Bizim astrofizik çalışmalarımız ise, evrendeki atomlarda görülen çeşitliliğin her zaman varolmadığını söylüyordu. Çalışmamın konusu olan nükleer evrim, yıldızların merkezlerindeki nükleer tepkimelerin birincil elementi olan hidrojenden yola çıkarak, kimyasal türlerin kökenini ve özümlenir duruma gelmelerini gün ışığına çıkarmayı amaçlıyordu. İşte size köken ve evrimden söz açan iki paralel öykü.
Daha çarpıcı olan, bu iki öykünün iç içe geçmiş durumda olmasıdır. İlkel hücreler karmaşık moleküllerden, bu karmaşık moleküller de yıldızlardan kaynaklanan atomlardan oluşmuş değil midir? Şu halde evrim kavramı doğadaki tüm fenomenleri kapsar. Ambarın çatısında tiz sesiyle ezgisini durmaksızın yineleyen kanarya, her birimiz gibi, evrenin en eski zamanlarındaki ilk hidrojenle başlayan uzun bir hazırlanma sürecinin sonucudur.
Peki bu bereketli hidrojen nereden gelmektedir? Protonlar da (hidrojen atomlarının çekirdekleri) her zaman varolmuş değillerdir. Modern fizikteki gelişmeler, protonların evrende ortaya çıkış biçimlerini keşfetmemize olanak vermektedir. Kuvarklara dayalı proton oluşumları, devamında atomların ve canlıların ortaya çıktığı evrim sürecine dahildirler. Günümüzde fizikçiler yoğun olarak, bu kuvvetlerin kökeni ve Evren’imizin yapısını her boyutta biçimlendirmiş olan bu temel parçacıkların   sorunuyla ilgilenmektedirler.


Evrenin Başkalaşımları
1930’lu yıllarda, Hubble’ın galaksi hareketleri üzerine yaptığı ve George Lemaître tarafından Albert Einstein’ın görelilik (izafiyet) kuramıyla birleştirilen gözlemler, dünyayı kavrayışımızı büyük ölçüde değiştirdi. Genişleyen ve soğuyan bir evrende yaşamaktayız. 1965’te Penzias ve Wilson tarafından keşfedilen  fon ışıması, big bang (büyük patlama) denilen bu kurama büyük destek sağladı. Fon ışımasının özellikleri üzerine yapılan ayrıntılı çalışmalar, bu kuramın fizik çevrelerinde genel anlamda kabul görmesine neden oldu.
Bu kurama göre Evren, büyük başkalaşımların sahnesidir. Önceleri evrenin yerlilerine (atomlar ve canlı hücreler) özgü olarak kabul edilen evrim kavramı, şimdi evrenin bütününü kapsamaktadır! 1970’lerden başlayarak fizikçiler ve astrofizikçiler, Evren’in tarihini çözümlemek ve yazmak için güçlerini birleştirirler.
Teleskoplardan elde edilen bilgilerle hızlandırıcılardan elde edilen bilgiler birleştirildiğinde, dünyanın geçmişinin şimdiki durumundan oldukça farklı olduğu sonucu çıkar. İlk zamanlarda Evren, olağanüstü sıcak, olağanüstü yoğun fakat hepsinden öte, tamamen düzensizdir. Bu, Yunan şair Hesiodos’un zihninde kurduğu gibi, bir “kaostur”.
Burada “kaos” derken, düzenlenmiş yapıların yokluğunu kastediyorum. Hayvansız, tabii ki, bitkisiz fakat aynı zamanda galaksisiz, yıldızsız, hatta molekülsüz ve atomsuz bir evren. Modern fizik en uzak geçmiş için daha da kaotik bir görüntü çizer: O dönemde, bildiğimiz kuvvetlerin ve parçacıkların da varlığı söz konusu değildir. Bu ilk kuvvetler ve parçacıklar saniyenin milyarda birlik ilk dilimlerinde ortaya çıkacaklardır.
Birinci saniyenin sonunda, parçacıklar ve kuvvetler bugün bildiğimiz özelliklerine kavuştular. Evren, tamamen ayrışmış “temel parçacıklardan” oluşan homojen ve sıcak devasa bir püreye benziyordu. Bildiğimiz elektronların ve fotonların yanında, “kuvarklar”, “nötrinolar” gibi daha farklı parçacıkları da barındırıyordu.
Meyvelerle kaplı büyük kiraz ağacının üzerindeki obur şakrak kuşları bu temelde aynı, fakat tamamen farklı bir konfigürasyona göre düzenlenmiş temel parçacıklardan oluşmuştur. Hareketlerindeki zarafet, evrenin kaos zamanlarından bu yana geçirmiş olduğu derin evrimi gözlerimizin önüne serer. Milyar kere milyar kere milyar tane parçacık, olağanüstü  karmaşıklıktaki yapılarda biraraya gelmiş, düzenlenmiş, birleşmişlerdir. İşte tüm fark buradadır! Evren’in öyküsü, eski zamanların akıl almaz kaosunun başkalaşarak günümüzdeki yapıların mükemmel birlikteliğine ve düzenine kavuşmasının hikâyesi olarak okunabilir.

Felsefi Yankılar
Auxerre hastanesinde, akşamları, her zamanki kontrollerden sonra, doktorum astrofizik ve felsefe üzerine tartışmak için odama geliyordu. Jeanne Hersch’in L’Etonnement Philosophique1 (Felsefi Şaşkınlık) adlı kitabından beslenen konuşmalarımız esnasında, Thales’ten Milet’ten Karl Jaspers’e değin, Platon, Descartes, Kant, Kierkegaard vb. filozofların farklı “dünya görüşleri” ile yeniden ilişki kurma fırsatı buldum.
Özellikle Aristo’nun akla yatkınlığı ve modernliği karşısında hayrete kapıldım. “Doğada, diye yazıyordu, bir çeşit sanat söz konusudur; içteki maddeyi işleyen bir çeşit yönlendirilmiş teknik yeterlilik. Biçim, maddeyi sarar, belirsizliği zapteder.”

“Madde” sözcüğüyle, evrenin başlangıcındaki farkllılaşmamış durumunu ve “biçim” sözcüğüyle de, Evren’in şu anki düzenini bağdaştırırsak, bu kitabın konusunu birkaç sözcükle dile getirmiş oluruz. “Biçimin” “belirsiz madde” içindeki bu yapılanmasını betimlemek için Aristo, maddede bulunan “yeterlilikler” ve bunların zaman içinde gelişerek “olmuşlukları” kavramlarını kullanıyordu. Bu, tam da bizim ileriki bölümlerde anlatacaklarımıza denk düşmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde aynı şekilde, “yaratıcı evrim”i çerçevesinde Henry Bergson’un düşüncesinin birçok öğesini ve “düşünen saz” teması çevresinde Blaise Pascal’ın büyük sezgilerini bulacağız.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.