Kula

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Menis Kumandareas, çağdaş Yunan edebiyatının en önemli yazarlarından biri. William Faulkner, Carson McCullers, Lewis Carroll, Edgar Allan Poe, Herman Melville gibi yazarlardan Yunanca’ya yaptığı çevirilerle de tanınan Kumandareas, öykülerinde ve romanlarında sade, ama asla basit olmayan bir dille Yunanistan’ı, Yunan halkını anlatıyor. Menis Kumandareas’ın en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen Kula, ilk kez yayımlandığı 1978 yılından bu yana defalarca basılmış, İngilizce’ye çevrildiğinde Amerika’da da büyük ilgi görmüştür. Bu kısa romanda orta yaşlı, evli bir kadınla 21 yaşında bir delikanlının tutku dolu aşkını şaşırtıcı bir gerçekçilikle anlatır Kumandareas. İşi ve evi arasında gidip gelen, kapalı denebilecek bir çevrede hayatını geçiren Kula, bir akşam trende tanıştığı Mimis’te günlük hayatın rutinlerinden kaçıp sığınabileceği bir liman bulur. Ama bu limanın dışardan göründüğü kadar sakin olmadığını zamanla anlayacaktır. Kendisini büyük bir ikilemin ortasında bulan Kula, tutkuları ve bu yeni heyecanla ailesi, o güne kadar ona sıkıcı da olsa huzur vermiş olan hayatı arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır.

İlk zamanlar tek kelime etmezlerdi. Genç erkek Nea İonia’da inmek üzere kalkınca “özür dilerim” gibi basmakalıp bir söz bile söylemezdi. Kaçamak bakışlarla yetinirlerdi: kadının bacakları, erkeğin yüzü, kadının gözleri, erkeğin ağzı; hayvanat bahçesinde ziyaretçilerin ilgiyle kafeslerdeki hayvanlara baktığı gibi bakışırlardı. Fakat münasebetsizlik veya ısrar yoktu bakışlarında; daha çok, tren tünellerden geçerken verilen aralar gibiydi, dışarıda bir manzaranın olmayışı karşılıklı bakışlarını haklı kılardı. Fakat tren Attika istasyonundan sonra açık alana çıktığında bile, bakışlarını başka tarafa çevirmeyi unuturlar, birbirlerine bakmaya devam ederlerdi; insanları ayıran, onları başka yöne bakmaya iten utanma ve sıkıntı olmaksızın, görgü kurallarının sınırlamalarına kapılmaksızın birbirilerine dalarlardı. Aslında, birbirlerinin gözlerinin içine bakmaktan çok –bunu sürdürmek gökyüzüne sürekli bakmak kadar yorar– bakışlarını diğerinin teninde gezdirirler, birbirilerinin gözeneklerine, sivilcelerine, benlerine ve yüzlerini aydınlatan binbir aykırılığa nüfuz ederlerdi. Ara sıra kadın kendine gelerek bakışlarını, tek süsü bir nikah yüzüğü olan parmaklarına çevirirdi. Fakat kısa bir süre sonra kendisini tekrar serbest bırakırdı. Genç erkekten çok, saçlarının oluşturduğu sisin içinde kaybolarak, genç erkeğin arkasında bir yere bakıyordu sanki. İkisinin de bakışları karşılıklı bir dinlenme, biten günle yaklaşmakta olan gece arasında bir molaya benziyordu. Yine aynı doğallıkla konuşmaya başladılar. Başlarda “merhaba”, “iyi geceler” gibi alışılagelmiş şeyler söylüyorlardı; sonradan “hava soğudu” veya “tren bugün çok kalabalık” gibi cümleler kurmaya başladılar. Kadının elinde yük olduğu zamanlar, erkek ona yardım etmeyi teklif ediyor, erkeğin dosyasındaki kağıtlar kayınca, bayan onları alıyor, becerikli, ince elleriyle düzene sokuyor ve “yarın yine burada olacağız” dermiş gibi utangaç bir gülümsemeyle ona geri veriyordu. Daha ilk baştan, randevuya benzeyen bu buluşmalarına bir samimiyet ve dakiklik havası vermişlerdi. Artık birbirilerine gülümsüyor ve bir baş hareketiyle anlatmak istediklerini anlatabiliyorlardı. Erkeğin gözleri kadına sürekli takılı kalıyordu; sanki ondan bir şey bekliyordu. Kadının bakışları ise huzurlu ve biraz hüzünlüydü, erkek çocuktan yoksun bir kadının bakışlarını andırıyordu. Etrafındaki erkekler, kadınlar, çığlık atan çocuklar; hiçbiri yokmuş gibiydi. Hepsi bir kütle, bir pelte gibiydi. Yakın bir dost veya sevdiğin biriyle seyahat ettiğin zaman böyle olur: dünya insanın etrafından kaybolur, ama yalnız kalınca işkence çektirircesine geri döner. Bu ikisinin durumu buydu; yirmi dakika süren yolculuk bir bahaneydi sanki. Yol boyunca birlikte olmakla uyumlu iletişimin yarattığı bir huzur içinde, birbirilerine dalıp gidiyorlardı. Oysa, genç erkek sigaraları ile dosyasını toparlayıp kalkınca, kadının yüzü soğuk ve ifadesiz bir hal alıyordu. Kapının açılmasını bekleyen genç erkeğin yüzü de, az önceki ifadesiyle çelişir şekilde kayıtsızlaşıyordu. O anlarda, kadın oturur, erkekse ayakta dururken, ifadesiz, taş kesilmiş bir hal alıyorlardı. Sonra tren Nea İonia’dan uzaklaşırken kadının indiği istasyon olan Kifissia’ya kadarki yolculuk monoton bir hal alıyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.