Kısas-ı Enbiya

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Orhan Duru, “Türkçe hikâye”nin kaynaklarına tutkun bir yazarımızdı. 1979 yılında, kutsal kitaplarla geleneksel halk anlatılarında peygamber kıssalarının aldığı biçimlerin ve aktarıldığı Türkçenin günümüz öykücülüğüne esinler getireceği inancıyla, bu güldesteyi hazırlamış, yine bir başka öykücümüz Cihat Burak ona desenlerle eşlik etmişti.

“Hep duyup da adını koyamadığımız kaynağı burada bir ucundan yakalıyoruz. Yaradan, yaratı, yaratılış, yaratıklar, yedikat yeryüzü ve gökyüzü, devinen yıldızlar, insanın ortaya çıkışı, yalvaçlar, Babil kulesi, Nemrut, Süleyman ve Belkıs, Anka ve Hüdhüd kuşları, Yedi Uyuyanlar, hepsi bir arada. Neredeyse büyülü bir kurgu evrenindeyiz.”

Kısası Enbiya ya da Yalvaçların Öyküleri aradan yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra yeniden yayınlanıyor. (İlk baskı 1978 yılı Nisan ayında Ada Yayınları tarafından gerçekleştirilmişti.) Yeniden yayınlanışını anlamlı buluyorum. Belki okurların bilgi birikimi ve toplumda yirmi yıl içinde beliren değişiklikler bu kitaba başka türlü bir bakış getirecektir. Kısası Enbiya’da anlatılanlar binlerce yıllık Ortadoğu söylencelerinin bir özeti olarak ele alınabilir. Etki gücü de bu eskilikten, süzülerek çağımıza kadar gelmesinden kaynaklanıyor. Buradaki söylencelere boş inançlar gözüyle de bakılabilir, insanoğlunun düş gücünün nerelere uzanabileceğinin birer kanıtı olarak da. Ne olursa olsun, buradaki inançların ve anlatıların pek çoğu toplumumuzun bilinçaltına kazındığı için yabana atılamaz. Bir yazar olarak, bu anlatılanlara baktığımda büyülendiğimi, başımı alıp bir yerlere gittiğimi seziyorum yeniden. Bu söylencelerin etkinliğini tüm gücüyle duyuyorum. Bu kitabı hazırlama isteğim de, yirmi yıl önce, bir bakıma bu duygularımı başkalarıyla paylaşmak isteğimden doğmuştu. Okurlar, yazarlar, ozanlar kendi seçimlerine göre, kendi gözlükleriyle bakabilirler bu yapıta. Herkese bir şeyler verebileceğini, başka başka yönlerden onlara esin kaynağı olabileceğini sanıyorum. Hep duyup da adını koyamadığımız kaynağı burada bir ucundan yakalıyoruz. Yaradan, yaratı, yaratılış, yaratıklar, yedikat yeryüzü ve gökyüzü, devinen yıldızlar, insanın ortaya çıkışı, yalvaçlar, Babil kulesi, Nemrut, Süleyman ve Belkıs, Anka ve Hüdhüd kuşları, Yedi Uyuyanlar, hepsi bir arada. Nerdeyse büyülü bir kurgu evrenindeyiz.

Orhan Duru

Dağlar ve Kaf Dağı

İblis kuşkulandırdı o balığı ki yer onun sırtında durur, dedi ki: “Ey Lusiya, bilir misin ki senin arkanda insandan ve ağaçtan ve dağdan neler vardır? Bir kez silkinsen onların tümünü arkandan atardın.” Bunun üzerine Lusiya karar verdi öyle yapmaya. Tanrı bir canavar gönderdi, onun burnundan girdi ve beynine ulaştı, başladı o balık Tanrı’ya yakarmaya. Tanrı izin verdi ve o canavar geri çıktı... Yer, su üzerinde titredi, karar kılmadı, nasıl gemi de su üstünde çalkanırsa öyle. Tanrı onu dağlarla mıhladı ve sağlamlaştırdı. Önce Tanrı yeri yaratınca, yer titredi, yakındı bundan; “Tanrım, benim üstündeki Âdem oğlanlarını yazık kılarsın, kirli bırakırsın” dedi, müthiş deprendi. Bunun üzerine Tanrı dağlarla onu sağlam kıldı ve bir ulu dağ yarattı, yeşil zebercetten, ona Kaf dağı derler, şimdi o dağ dünyanın her yerini kaplamıştır ve o dağdır ki Tanrı ona and içti. İskender Kaf dağına geldi, yöresinde küçük dağlar gördü, “Sen kimsin?” diye sordu. O dedi ki: “Kaf dağıyım.” İskender dedi ki: “Yörendeki küçük dağlar nedir?” Yanıtladı; “O benim damarlarımdır. Tanrı bir yeri depretmek dilerse bana buyurur, bir damar depretirim, o yer ki bu damara ulaşır, deprenir.” Sonra İskender sordu: “Ey Kaf, Tanrı’nın büyüklüklerinden bana haber ver.” Kaf dedi ki: “Tanrı’nın kudreti ve sanı çok büyüktür, onun büyüklüğünü söylemeğe akıl erişmez ama gücüm yettiğince söyleyeyim:” Dedi ki: “Benim ardımda bir 18 yer var, kardan, beş yüz yıllık yoldur ve onun ardında bir yer var, doludan, onun da beş yüz yıllık uzunluğudur. Eğer o kar ve dolu olmasaydı cehennem ısısından yanardık.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.