Kırmızı Motosiklet

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Fatma Akerson’dan üç öykülü bir kitap: Kırmızı Motosiklet

“Kırmızı Motosiklet”, “Kumsaldaki Minik Ayak İzleri” ve “Belakane” adlı üç uzun öykü ya da anlatıdan oluşan kitap Fatma Akerson’un kurmaca türündeki ilk yapıtı.
Öyküleri kısaca şöyle özetlemek mümkün: Kırmızı Motosiklet: Bir yabancıya yazılan on mektupta, küçük bir kızın büyüme öyküsü anlatılır. Öykü ilk sevgilinin karşıt görüşlü grupların çatıştığı bir sokak kavgasında ölmesiyle biter. Kumsaldaki Minik Ayak İzleri: Eylül’ün kendisinden çok yaşlı bir adamla olan ilişkisi. Bu adamın ölümsüzlük otunu bulmak için Utnapiştim’e gitmesi üzerine Eylül onu izler, ancak ot alınamaz, Eylül tek başına geri döner ve bu serüveni yazmaya karar verir. Eylül aslında bir romancıdır. Belakane adlı çok satan bir de roman yazmıştır. Belakane: Öykü, 12. Yüzyılın sonunda, bir Alman ozan tarafından yazılmış bir Ortadoğu öyküsüyle günümüzün Ortadoğu’su arasında gidip gelir. Öykünün kahramanı Belakane adlı bir çöl melikesidir. Arazisinde petrol çıkınca yaşamlar altüst olur.

Büyüyordum, büyümekten kurtuluş yoktu, ama yazı vardı. İlk yazdıklarım, aile toplantılarıyla dalga geçen skeçlerdi. Teyzemler bize gelir, teyzemin köpeği her zamanki gibi ananemi ısırır, ananem sinirlenir, herkes köpeği azarlayacağına, gene mi ısırdı, diye güler, babam o sırada içindeki bir haberi enişteme göstermek istediği gazeteyi kaybeder, ciddiye alınmaz, falan. Eğlenceliydi.
Sonra çok büyüdüm ve ilk sevgilimi bir öykü kahramanına çevirerek işin ağırlığından kurtuldum. Yazıda acı duyulmaz.

***

Evet, biraz büyümüştüm ve bir ilk sevgilim oldu. İlk sevgili deyişi bile edebiyattan alınma, ama gerçekten de bir ilk sevgilim oldu. Motosikletiyle gelen, bana inanılmaz hikâyeler anlatan, uzun boylu, siyah gözlü bir ilk sevgili. Galiba en büyük özelliği böyle inanılmaz hikâyeler anlatmasıydı. Geçmişi durmadan değiştiriyordu. Onun hikâyelerine kendimi bıraktım, kendimi denize bıraktığım gibi. Gerçekliğinden çok hikâyelerine bıraktım kendimi, bu daha kolaydı.

***

O, anlamak değil, değiştirmek istiyordu. Fütursuz ve hızlıydı, motosikletinin terkisine oturuyordum ve uçarcasına gidiyorduk. Tabii İstanbul’un o zamanki yamru yumru sokaklarının elverdiği kadar, ama olsun. Gawain’in atının terkisine atlayıp içine uçtuğum serüvenler tadındaydı her şey, edebiyat gerçekliğe dönüşüyordu sanki. Başka şarkılar, başka sesler, başka odalar, başka bir hız girmişti hayatıma.

***

Keşki burada olsan, pantolonlarımızın paçalarını sıvayıp kumsalda yürüyebilsek. Sana üç kör fareyi, kedimiz Pamuk’u –hani şu bir gün küçük adımlarıyla çıkıp giden–, yatağımı sallayan kurtları, beybabamın bir türlü yapamadığı kuş kafesini, üçümüzün bir yaz gecesi tramvay kullandığımızı, Ada’da yuvasından düşen o martı yavrusunu, muhallebinin [K] harfinde yazılı olduğu yemek tarifleri defterimi, bir motosikletin nasıl sökülüp baştan kurulabileceğini, Yerebatan Sarayı’nın dehlizlerini, o kızıl saçlı kadının gözlerindeki alefi, babaannemin elişi file perdelere takılıp giderek Fikret’ten okuduğu şiirleri, her sorunu şıp diye çözen gazeteci arkadaşımı, babamın sevgilisinden gelen ve annemin yırtıp atamadığı mektupları, Kalamış Koyu’ndaki yakamozları, çinko denizliklere vuran yağmurun sesini, Ada’daki badem ağacını, lisenin avlusundaki saksağanları... kısacası kendi silik alefimi anlatabilsem.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.