Katalin Sokağı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Katalin Sokağı, Budapeşte’de savaş öncesinde aynı sokakta yaşayan birbirleriyle bağlantılı üç ailenin hikâyesi. Bu komşular grubunun küçük cenneti Nazilerin hoyratça müdahalesiyle ebediyen sarsılır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır. 1930’lardan başlayarak Macaristan için hiç de kolay olmayan 40 yılı kapsayan romanda Katalin Sokağı, kayıp cennetin ve mutlu çocukluğun simgesi olarak merkezi konumdadır.

Yeni evlerini ne sevebilmişler ne de buraya alışabilmişlerdi. Tek yapabildikleri, burada olmayı kabul etmekti.
Bu apartman dairesi, sadece onları yağmurdan koruyan, kızgın güneşte kavrulmalarını engelleyen bir yerdi, bir mağaradan daha konforluydu, ama işte ancak o kadar. Bu ev her zaman biraz dağınıktı. Bayan Elekes, etrafı birazcık temiz tutabilmek için gün boyu var gücüyle çalışıyordu, ama bu insanüstü çaba, kargaşayı sadece anlık olarak ortadan kaldırabiliyor, ardından da, bilinmeyen esrarengiz bir güç tekrar devreye giriyormuş gibi, her şey eski haline dönüveriyordu. Misafir, bardakların bulunduğu tepsiden tam da iyi temizlenmemiş, hatta hiç yıkanmamış olanı çekip alıyordu; evin erkekleri sigara içmek için küllüğe uzandıklarında, küllüğü, izmaritlerle ya da kibrit çöpleriyle dolu buluyorlardı, çünkü o boşaltmayı unutmuş oluyordu. Tuna Nehri kıyısındaki, bu görece yeni binanın altıncı katındaki daireden dışarıya baktıklarında karşılarına nehrin öbür kıyısı seriliveriyordu. Dairenin pencerelerinden eski evlerini de görebiliyorlardı. O evin cephesi de, çevresindeki diğer binalar gibi tamir edilmişti. Bina aylarca iskelelerle kaplı kalmıştı. İnsanın çocukluğundan beri bildiği, bir ara kızgınlıkla ya da şakadan yüzüne bir maske geçiren, ama karnaval çoktan geçmiş olsa da bu maskeyi çıkarmayı unutan eski bir tanıdığa benziyordu. Bálint, İrén ya da Bayan Elekes sık sık balkona çıkıyor ve Tuna Nehri’nin karşı kıyısını gözlüyorlardı. Katalin Sokağı’nın nehir kıyısındaki binaları tadilattayken de gözleri hep o yönde oluyordu, ama Bay Elekes ya da Kinga odaya girdiğinde, balkonda bir işleri varmış da o yüzden çıkmışlar gibi davranmaya başlıyorlar, sonra da telaşla odaya geri geliyorlardı.
Bu evde herkes acı çekiyordu, sadece buradaki yüksek katlar, küçük odalar ya da bir bahçeye duydukları özlem nedeniyle de değil, bunun da ötesinde herkesin kendince bir nedeni vardı.

 

Ama aralarında en çok acı duyan Bay Elekes’ti. Aslında Kinga’nın dışında herkes Bay Elekes’e karşı çok hassas davranıyordu. Sanki, bir zamanlar kendilerine iyi ve doğru insan olmaları için öğütler veren bu adamın söylediklerini şimdi artık, yani olgunlaştıkça yerine getirir gibiydiler; neredeyse rahatsızlık veren bir itinayla gününün akışını düzenlemeye çalışıyorlardı. Bay Elekes olağanüstü bir irade gücü göstererek günlük işlerinin üstesinden gelmeyi öğrenmişti, kendi işini görebiliyor, hatta elişi yapabiliyordu. Dahası, bir kooperatif için kâğıt ve naylon poşet yapıştırmayı öğrenmişti. Ayrıca yavaştan da olsa daktilosuyla çalışmaya başlamıştı: Eğitim sorunlarıyla ilgili ufak tefek makaleler yazıyordu: İrén zaman zaman yazılarını Közneveles dergisine gönderdiğini ve de yazılarının yayınlandığını söylüyordu. Bay Elekes bir şey demese de, yazdıklarının hiçbir güncelliğinin olmadığının, bu yazıların dergide yayınlanmayacağının farkındaydı. Yazıları için gönderildiği söylenen mütevazı telif ücretinin de, ailenin mutfak masraflarının ödendiği kutudan çıkarılıp eline verildiğini, daha sonra da yerine geri konulduğunu görmese bile hissediyordu.
Buraya taşınırken, yer darlığı nedeniyle büyük bir kısmını satmak zorunda kaldıkları mobilyalarında fazla bir değişiklik olmamıştı. Çoğunlukla eski mobilyalarla gelmişler, yeni eve yerleştirirken bazılarının ölçülerini biraz değiştirtmişlerdi. Bay Elekes bu evde de Cicero büstünün önünde oturmaya devam ediyordu. Aslında bunu neden yaptığını kendi de bilmiyordu, çünkü yazı masasının üzeri ve çekmeceleri artık İrén’e ait eşyalarla doluydu. Günde iki kez, bir köpek gezdirir gibi, onu evden dışarı çıkarıyorlardı. Güneşi, rüzgârı, nehir suyunun kokusunu özlüyordu elbette, ama onu çıkaran kişinin, Tuna kıyısında aylak aylak dolaşmaktan daha önemli başka işleri olduğunu tahmin ediyor ve bu nedenle de kısa süre sonra eve dönmek ister gibi davranmaya başlıyordu. Eğer eşlik eden İrén’se, her defasında yemesi için bir şeyler alıyordu: yazın dondurma, mısır, kışın kestane ya da közde kızarmış balkabağı tatlısı. Bay Elekes kendisi için alınanları tiksintiyle yemeye çalışıyor ve bu arada derin bir utanç duyuyordu. Kinga’ya gelince, o herkes için bir yüktü, Kinga’ya kimse tahammül edemiyordu. Bir Bay Elekes hariç, ama onun bu tavrı kızcağızın moralini daha da bozuyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.