Hawksmoor

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Karanlık olmadan ışık olmaz…”

18. yüzyılla 20.yüzyıl arasında başdöndüren bir kovalamaca… Olmuşla olacaklar arasında köprü kuran cinayetler, labirenti andıran Londra sokakları, şeytan çağırma ayinleri… Peter Ackroyd en sevilen romanlarından biri olan Hawskmoor’da, Londra kiliselerinde cinayetler işleyen bir katille onun peşindeki dedektifin hikâyesini anlatıyor.

“Hawskmoor zekice kurgulanmış bir hayal gücü ürünü.” – New York Times

“Tüyler ürpertici derecede parlak… Tekinsiz ve hayret verici şekilde iyi yazılmış bir gerilim…” – Independent on Sunday

“Sıradışı, muazzam, zanlı ve ikna edici.” – Financial Times

“Gücüyle dikkat çeken, ustaca, zekice bir roman.” – London Review of Books

Böylece Kraliçe Anne’ın saltanatının dokuzuncu yılı olan 1711’de Parlamento, Londra ve Westminster Şehirleri’nde yedi yeni cemaat kilisesi’nin inşaatı görevini Majesteleri’nin Scotland Yard’daki Bayındırlık Dairesi’ne veren bir yasa çıkardı. Sonra da mimar Nicholas Dyer ilk kilisenin bir modelini yapmaya başladı. Meslekdaşları böyle bir görevi yerine getirmek için usta bir doğramacı çalıştırırdı, fakat Dyer, saf çam keresteden minyatür kare pencereler oymak ve basamaklar kesmek için kendi elleriyle çalışmayı tercih etti: her parça, merak edenlerin modelin içine bakabilmesi ve parçaların birbirleriyle nasıl birleştirildiklerini görebilmesi için yerinden çıkarılabiliyor ya da parçalarına ayrılabiliyordu. Dyer ölçeklerini daha önceden çizmiş olduğu planlardan alıyor ve her zamanki gibi, fildişi sapına aşınmış halat sarılmış küçük bir çakı kullanıyordu. Üç hafta boyunca bu ahşap prototip üzerinde uğraştı; adım adım kulenin külahını tamamladıkça Spitalfields’deki kilisenin kendisinin ayağa kalkmakta olduğunu gözünüzde canlandırabilirdiniz. Fakat böyle inşaa edilecek altı başka kilise daha vardı ve mimar her seferinde kısa pirinç cetvelini, pergelini ve taslaklar için kullandığı kalın kâğıtları eline alıyordu. Dyer yanında sadece yardımcısı Walter Pyne’ı bulundurarak seri bir biçimde çalışırken büyük kentin öteki ucunda taş ustaları birbirlerine bağırarak kaba taşa mimarın öngördüğü şekilleri veriyorlardı. Şimdi gördüğümüz bu şekillerdir, duyduğumuz da odada kâğıtlarının üzerine eğilmişken onun derin nefesi ve arada bir parlayıp oda boyunca uzun gölgeler oluşturan şömine ateşinin sesidir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.