Harran'da Dolunay

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

"Sevmenin, kıskanmanın, merak etmenin, delice özlemenin hummalı lezzetini ben bilmiyordum. O gece sert rüzgarlar esti. Dışarıda unutulmuş lastik leğen avluda bir baştan bir başa dolaştı durdu. Uyuyamıyordum. Yan yatmış gülerek "hasreti adem bilir" deyişini unutamıyordum. Her kurduğu cümleyle hasretini ilan ediyordu. Haydar'dan korkmuştum. Hiç kadın etine dokunmamış bu genç erkek, aşka dair biz lümpen şehirlilerden çok daha fazla şey biliyordu. Ben bocalarken o sessizce yönlendirdi." Yeşim Dorman, yüzünü ve kalbini tuttuğu bu rüzgarlı ve bilge Doğu coğrafyasından dört nefis öykü ile karşımızda.

Artık Yokum

Saçlarımın dibine biriken terler mi? Yoksa şoförün aniden frene basması mı, uyanmamı ne sağladıysa ona şükürler olsun. Eğer biraz daha gecikse idim boynum ve dizlerim bir daha açılmamacasına kasılıp kalacaklardı. Sabaha doğru hava serinlemişti, yanımdaki iki kazağı da üst üste giyip ayaklarımı altıma toplamıştım. Sağ ayak bileğim bu yüzden tutulmuştu herhalde. Gerinmeye çalıştıysam da ter içindeki boynum çelik halatlar kadar sertti. İki elimle ovarak yumuşatmaya çalışırken, pislikten boz kahverengiye dönmüş perdeyi iterek camdan dışarıya baktım. Otobüs, tepesiz ovanın ortasından cetvelle çizilmiş kadar dümdüz ve dar bir yolda ilerliyordu. Saat altı suları olmalıydı, güneş ışığı üzerimize meyilli geldiğinden otobüsün uzun gölgesi arkamızdan geliyordu. Demek ki ancak bir iki saat uyuyabilmiştim. Saatimin eksikliğini hissettim. Kayışın altına düşen tüyler diğerlerinden daha yatıktı. Saatimi evden çıkmadan niçin kolumdan çıkarıp yatağımın üzerine atmıştım? Bu soruya bir gece önce bulduğum cevabı hatırlayamadım. Ben çok kötü bir yolcuydum. Önce yerimin darlığından şikayet ederek uykuya daldım, şimdi de saatin kaç olduğunu merak ediyordum. Bana faydası olmayan sorular sormaktan vazgeçmeliydim. Urfa'ya varmamıza kaç saatin kaldığını ya da katetmekte olduğumuz ovanın ismini bilsem ne olacaktı? Benim bildiklerim şimdilik bana yetmeliydi. Hayatımın bundan sonrasını geçireceğim şehire doğru gidiyordum ve doğduğum yere bir daha geri dönmeyecektim. Başka bir şey bilmemin imkânı yoktu zaten. Telefonda Haydar'a geri dönmeyeceğimi söyleyememiştim. Genellikle insanlarla açık açık konuşurdum, yalnızca dağ gibi büyük bir dert karşısında susardım. Yine de Haydar'a bir daha geri dönmeyeceğimi söyleyemedim. Harran'a varmak için bir gece önce çantamı hazırlarken yani birkaç kaset, Atilla İlhan'ın şiir kitapları ve bir iki elbiseyi çantama yerleştirirken kendime soru sormuyordum. Tek bir seçeneğin esareti altında uysallıkla toparlanmıştım. O an tabiatıma, huyuma uygun olan tek işin gitmek olduğuna inanarak. Bu inanç, her yolağzında durup yolcu bekleyen otobüsün içindeki ekşi kokuya rağmen azalmamıştı. Hayatımın bundan sonrasını Harran'da Haydar'ın köyünde geçirecektim. Haydar şu kederli halimi görünce beni anlayacaktı. Ona işimden ayrıldığımı söyleyince uzun bir "eyvah" çekmişti. "Korkma" demiştim "nasıl olsa bir şeyler yaparım." "Anlamadım." demişti o da. "Sen hele bir gel." Hayat ne tuhaftı... Şu "Anlamadım" kelimesini çevremden ne kadar az işitmiştim. O kapattıktan sonra ahizeyi öptüm. Yavrusunu uykudan uyandıran bir ana gibi fısıldadım. "Harran'da ölmek istiyorum Haydar, beni atalarının toprağına kabul et."

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.