Güz Masalları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Güz Masalları, “Mevsim Masalları” dizisinin dördüncü ve son kitabı. Yine Tarık Demirkan’ın derleyip çevirdiği, Feridun Oral’ın resimlediği bu kitap, dizinin önceki kitaplarındaki gibi dünyanın dört bir yanından özenle seçilmiş masallarla dolu...
Güz Masalları, çocuklara güz mevsiminin özelliklerini ve bu mevsimde doğanın geçirdiği değişimleri anlatırken tatilin sona erdiği, tatlı bir koşturmacanın başladığı bu günlerde, her yaştan çocuğun zevkle okuyacağı bir kitap.

Okşanmak İsteyen Kirpi
Macar masalı


Bir zamanlar huysuz mu huysuz bir kirpi varmış. En azından orman halkı onun huysuz olduğunu düşünürmüş. Çünkü sürekli surat asar, kiminle karşılaşsa hep yakınır, yanına kim gelirse gelsin hemen tostoparlak olur, kabarır, dikenlerini sivriltirmiş.
Başkalarına duyduğu bu güvensizliğin nedeni, kendini bildi bileli orman halkından kimsenin ona iyi davranmamış olmasıymış. Aslında orman halkına sorsak, onlar bu durumu açıklayabilirlermiş.
“Kimse onun yanına yaklaşamaz,” dermiş sincap.
“Sivri dikenlerini batırmaya hazırdır hep,” diye yakınırmış tavşan.
O zamanlar ormanlardaki hayvanlar da insan toplulukları gibiymiş. Biri bir şey söyledi mi, öteki duyduklarına kendi de bir şeyler katar ve başkalarına, sanki kendi tanık olmuş gibi anlatırmış. Kulaktan kulağa yayılan söylentilere de sonunda herkes inanırmış. Kimse acaba bu söylenenler doğru mu yanlış mı diye düşünmezmiş. Kimse gidip işin doğrusunu araştırmaya gerek görmezmiş.
İşte kirpiyi ormanda kimsenin sevmeyişinin nedeni de buymuş.
Herkes kendisinden uzaklaştıkça kirpicik de iyice güvensizleşmiş. İçine kapanmış. Orman sakinlerinden korkar olmuş. Yanına yanlışlıkla biri yaklaşsa hemen dikenlerini çıkarıp kendini savunmaya hazırlanırmış. Bu yüzden kirpi, uçsuz bucaksız ormanda tek başına yaşamaya başlamış.

Bahar ve yaz ayları hızlı geçermiş. Çiçeklerin, meyvelerin bol olduğu sıcak günlerde ormandaki hızlı yaşam kirpiye yalnızlığını unuttururmuş. Bu aylarda orman hayvanlarının tümü yuva yapar, yavrularını büyütür ya da kış için hazırlanırlarmış. Bu arada kirpicik de kendisiyle konuşan olmasa bile, ormanın öteki hayvanlarını izleyerek avunurmuş.
Ama yaz bitip mevsim güze döndüğünde kirpinin de kederli günleri başlarmış.
Yaz aylarında ormanın neşesi olan kuşlar, güz gelince sıcak bölgelere göç ederlermiş. Ormanın öteki hayvanları da inlerine çekilir, aileleriyle birlikte yaşamaya hazırlanırlarmış.
Sincaplar ağaçların gövdesindeki kovuklarında kış için son hazırlıklarını yaparlarmış.
Tavşanlar yeraltındaki yuvalarına iner, kuru yapraklarla, otlarla döşedikleri sıcak yuvalarında türlü kış oyunları oynarlarmış.
Bu mevsimde orman soğumaya başlarmış.
Yalnızca vücudu değil, yüreği de üşürmüş zavallı kirpinin.
Birileriyle konuşmak, dost olmak istermiş. Arada bir şakalaşmayı, birilerine takılmayı çok özlermiş.
Ama en çok da birinin kendisini okşamasını istermiş.
“Biri bir kerecik beni okşasa, bütün bir kışı üşümeden çıkarırım,” diye düşünürmüş. Sonra da içini çekermiş.
Ama bunun bir düş olduğunu o da bilirmiş. Bir kirpiyi kim okşar, öyle değil mi? Oysa en olanaksız sanılan, bir düş gibi görünen şeyler bile, gün gelir gerçek olabilirmiş.
Güzün soğuk günlerinden birinde kirpi yerdeki kuru yaprakların arasında yiyecek bir şeyler ararken, küçük bir kızın şarkı söyleyerek ormandaki patika yoldan geldiğini görmüş. Yabancılarla karşılaştığında her zaman yaptığı gibi, bir top haline gelmiş, dikenlerinin arasından da kızı izlemeye başlamış.
Küçük kız, yaprakların üzerindeki kirpiyi görünce, yanına yaklaşmış. Kirpiyi görmekten duyduğu mutluluk her halinden belliymiş. Kirpinin yanına, çömelip yaşamı boyunca ilk kez gördüğü bu ilginç hayvanı izlemeye başlamış.
“Minik kirpi,” demiş kız sonunda, “seni okşamak istiyorum, lütfen benden korkma, dikenlerini indir ki seni okşayabileyim.”
Kirpinin yüreği hızla çarpmaya başlamış. Birinin kendini okşamak isteyebileceğine inanamıyormuş.
“Kirpicik,” demiş küçük kız, “lütfen burnunu çıkar, o minik burnunu okşamak istiyorum.”
Kirpinin mutluktan gözleri dolmuş. Yine de, korkularını aşıp burnunu dikenlerinin arasından çıkaramamış. Kıza güzel bir şeyler söylemek istemiş ama bunu da becerememiş. Duyulması zor bir şekilde mırıldanmış:
“Hayır. Burnumu çıkaramam. Beni okşayamazsın. Ben okşanmaya alışık değilim.”
Küçük kız kirpinin söylediklerini duyunca birden onu rahatsız ettiğini sanmış. “Bağışla beni minik kirpi. Kötü bir niyetim yoktu. Ben yalnızca seni biraz sevmek istemiştim,” demiş.
Yüzündeki gülümseme kaybolmuş. Kirpiye doğru uzattığı eli havada kalmış. Biraz geri çekilmiş ve sonra da doğrulup geldiği patika yolda yürümeyi sürdürmüş.
Artık gülümsemiyormuş.

Kirpi, hiç istemediği halde bu sevimli kıza kötü davrandığının bilincindeymiş kuşkusuz. Arkasından seslenmek, onu çağırmak, özür dilemek istemiş. Ama yapamamış. Yıllardır öteki canlılardan uzak durup tek başına yaşayan kirpicik, birilerinin kendisine böyle iyi davranmasına alışkın değilmiş.
Küçük kızın kederi uzun sürmemiş. Orman kısa sürede neşesini yerine getirmiş. Bir süre sonra şarkı söyleyerek yürümeyi sürdürmüş.
Kirpi ise, küçük kız gittiği için çok üzgünmüş.
Aradan birkaç gün geçmiş.
Bir gün kirpi yine yaprakların arasında yiyecek ararken küçük kızın geldiğini görmüş. Bu sefer kız şarkı söylemiyormuş. Kirpiyi ürkütmek istemediği için usul usul yaklaşıyormuş. Bir elinde de kirpilerin çok sevdiğini düşündüğü kocaman bir mantar varmış.
Kirpi kızın yaklaştığını görmüş. İçgüdüleri, bu dünyada kimseye güvenmemesi gerektiğini söylüyor, hemen dikenlerini çıkarması için uyarıyormuş onu. Kirpi buna rağmen uzunca bir süre kapanmamış. Kızın yaklaşmasını izlemiş.
Kız elindeki mantarı kirpinin yanına bırakırken de, artık dayanamamış, bir top gibi yusyuvarlak olmuş.
Bu sefer kızın yanından uzaklaşmasını istemiyor, ama bir yandan da çok korkuyormuş.
Küçük kız, parmağıyla kirpinin dikenlerine dokunmuş.
“Küçük kirpicik, lütfen indir dikenlerini, seni okşamak istiyorum.”
“Yapamam,” diye kekelemiş kirpi, “sana zarar vermekten korkuyorum. Ok gibi sivri dikenlerim seni yaralayabilir.”
“Olsun, ben razıyım.”
Kirpi yavaşça dikenlerini indirip açılmaya başlamış. Sivri burnu, kara gözleri keskin dikenlerinin arasından ortaya çıkmış. Ama küçük kız çok sabırsızmış. Kirpinin tümüyle açılmasını beklemeden onu sevmek için ansızın elini uzatınca, kirpi de elinde olmadan tekrar top gibi oluvermiş. Bu sırada da sivri dikenlerinden biri küçük kızın eline batmış, kanatmış.
Küçük kız korkuyla ayağa fırlamış, koşarak ve ağlayarak oradan uzaklaşırken, ardından gözyaşları içinde kendine seslenen kirpinin sesini duymuyormuş bile.
“Gitme. Lütfen, küçük kız, beni bırakıp gitme. Şimdiye kadar beni kimse sevmedi. Ben sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Gitme.”

Kız kirpiye aldırmamış. Parmağındaki acı ona her şeyi unutturmuş.
Biraz ötedeki pınarın serin sularına elini sokmuş. Parmağının acısı biraz dinince, kirpinin ardından seslenirken söylediklerini düşünmüş. Ne diyormuş kirpi? “Şimdiye kadar beni kimse sevmedi. Ben sevilmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum.”
“Kirpi haklı,” diye düşünmüş küçük kız. “Sevmeyi ve sevilmeyi de öğrenmek gerekir.”
Geri dönmüş. Küçük kirpiyi usulca eline almış. Dikenleri batacak diye de korkmadan onu usulca okşamış.
Ne olmuş dersiniz?
Kirpi tostoparlak olan vücudunu yavaş yavaş açmış. Yukarıya kalkık dikenlerini indirmiş.
Duyduğu mutluluktan, bir ok gibi sert ve keskin olan dikenleri de kırlardaki yeşil otlar kadar yumuşacık olmuş.
Çünkü, bütün orman halkının bildiği gibi, sevmek ve sevilmek canlıları yumuşatırmış. Kirpicik ise bunu yeni öğreniyormuş.
Küçük kız kirpiyi uzun uzun okşamış.
O günden sonra da küçük kızla kirpicik birbirlerinin en iyi arkadaşı olmuşlar.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.