Gümüş Güvercin

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Andrey Belıy’ın Rusya tarihinin felsefesi üzerine tasarladığı epik üçlemenin ilki olan bu romanında, Doğu’nun okült (gizlicilik) güçleriyle kuşatılmış bir kişilikten yola çıkarak, Rusya’nın Doğu ve Batı arasındaki konumu ele alınıyor.

Olaylar Rusya’nın bir köyünde geçer. Romanın başkişisi Daryalski Batı ve antik kültürü özümsemiş, okült öğretisiyle tanışmış, ama yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydındır. Sonunda kenti terk edip bir köyde yazlık bir ev kiralar. “Güvercinler” adlı mistik bir tarikatın üyesi olan köylülerle tanışır ve onlara katılarak köye yerleşir. Halkla kaynaşmaya ve derinliklerine girmeye çalışarak köy yaşam tarzı sürmeye başlar. Köylülerin esrimeye varan tutkulu mistisizmi ve tarikat üyesi bir kadınla yaşadığı aşk onu burgaç gibi içine çeker. Doğu ile Batı arasında gidip gelen Daryalski katıldığı tarikatın Rusya değil, Doğu’nun karanlık uçurumu olduğunu çok geç de olsa anlar ve kurtulmak için bu Rus köyünün karanlık, okült güçleriyle umutsuz bir mücadeleye girer.

Roman “Rusya’nın kurtuluşu nerededir, Doğu’da mı, Batı’da mı?” geleneksel sorusuna bir yanıt denemesidir.

SUNUŞ

Rusya’nın geleceği üzerine yeni arayışlara giren Andrey Belıy, 1909’dan itibaren Rusya tarihinin felsefesi üzerine (Doğu ve Batı) bir epik üçleme tasarlamıştı. Sonradan değişiklik yaptığı bu üçlemenin ilki Gümüş Güvercin romanıdır.

Doğu ve Batı’nın karşıtlığı üzerine kurulu bu epik roman 1905 Burjuva Demokratik Devrimi sonrası bir dönemde geçiyor. Belıy, ruhu ve biçemi Gogol’ü hatırlatan bu yapıtında, Gogol’e gizli, açık göndermelerle: “Rusya’nın kurtuluşu nerededir; Doğu’da mı, Batı’da mı?” geleneksel sorusuna yanıt vermeyi deniyor.

Olaylar Merkezî Rusya’da bir köyün çevresinde geçer. Romanın başkişisi şair Pyotr Petroviç Daryalski, Batı ve antik kültürü özümsemiş, mistik-okült öğretisiyle tanışmış, ama iki arada bir derede kalarak yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydındır. Sonunda yüzünü Batı’dan Doğu’ya çevirir. Halkın arasında huzur bulmak ve gerçeği aramak için sığındığı Gogolevo köyünde arkadaşı Şmidt’le birlikte yazlık ev kiralar, kırlarda, ormanlarda alır soluğu. Kökleri Almanlara uzanan soylu bir aileyle tanışır ve onların malikânesine yerleşir, ailenin bir üyesi olan Katya ile yaşadığı aşk onu tatmin etmez. Katya’nın büyükannesi barones Todrabe-Graabena’nın küçümser tavırları onu Katya’dan büsbütün uzaklaştırır.

Bir gün yolu Tselebeyevo köyüne düşer, kilisede karşılaştığı köylü kadın Matriyona, Daryalski’yi derinden etkiler ve tutkularını tutuşturur, kadın onu Katya’dan ve hâlâ Batı rüzgârlarının estiği malikâneden kopararak, kırlara, tarlalara, emeğe, tere, çamura, Doğu’nun karanlık dünyasına, dinsel-devrimci esrimelerin çılgınlığına götürür. Kadının içinde bulunduğu, ayinleri Hlısti mezhebine (ünlü Rasputin’in mensubu olduğu mezhep) benzeyen gizemci “Güvercinler” topluluğuna katılarak köye yerleşir, halkla kaynaşmaya ve derinliklerine girmeye çalışarak köy yaşam tarzı sürmeye başlar, köylülerin esrimeye varan bu tutkulu mistisizmi onu burgaç gibi içine çeker, Matriyona’da kendisini bireyselliğin dar sınırından taşıran ve çekip yutan bir tutku ve susuzluk tadar. Diyonisyak tutku ve esrimelerle iç karışıklığı ve kendi kendini duyumsama kaybı yaşayan Pyotr kendini tamamen Güvercin topluluğuna teslim eder.

Katya nişanlısını “Güvercinler”den kurtarmak için bütün gücüyle uğraşır, ama Matriyona buna izin vermez, Pyotr’u ağına düşürmesi için kadına yardımcı olanlar –başta topluluğun lideri, nikâhsız kocası Kudeyarov olmak üzere– tarikat üyeleridir. Topluluğun “Tanrıana” rolü biçtiği Matriyona, Daryalski’den bir çocuk dünyaya getirmeye zorlanır, onunla ilişkiye girmesi sonucu doğacak bebeğin kendi tanrılarının (Kutsal Ruhun) cisimleşmiş biçimi olacağını ve kurtuluşun bu bebekten geleceğini umut ederler. Daryalski bu yeni çevrede mutlu anlar yaşamasına rağmen, birtakım olayların itmesiyle sırtını döndüğü Batı özlemi yeniden içinde depreşir, “Güvercinler”den kaçma planları kurar, ne var ki bu Rus köyünün karanlık, okült güçleri tarafından pusuya düşürülür.

Belıy, bu ilk romanında, Doğu ve Batı, daha doğrusu Rusya ile Doğu ve Batı arasındaki temel sorunlardan birine sanatsal kurgu içinde bir yorum getiriyor. Romanda Rusya’nın, halkın derinliklerinden gelen ezeli, mistik ve kurtarıcı gizine olan inanç Avrupa’nın karşısına çıkarılır. Daryalski, Batı’nın pek çok sözü, sesi ve işareti yaydığı, kitapları ve bilimi bunlarla beslediği, Rus halkının çoğunluğunun ise ayyaş, kavgacı, küfürbaz ve cahil olduğu, buna rağmen bilinçaltında söylenmemiş pek çok söz barındırdığı üzerine uzun uzun düşündükten sonra, kendince şöyle bir sonuç çıkarır:

“... Batı’da çok kitap vardır, Rusya’da ise pek çok söylenmemiş sözcük. Kitabın paramparça edildiği, bilimin tuz buz edildiği ve bizzat yaşamın kavrulduğu yerdir Rusya; Batı Rusya’ya aşılandığı gün, dünya çapında bir yangın saracak Batı’yı; yanabilecek her şey yanacak, çünkü küllerinden yeniden doğacak Cennet Ruhu-Ateş Kuşu (Anka) ve yeniden çırpacak kanatlarını...”

Daryalski, oturdukları sıcak köşelerinde Rusya üzerine ahkâm kesen, halkını küçümseyen, bilinçsiz bir sürü gibi gören aydınların zamanla kentin boğucu ortamından sıkılarak, bir gezgin gibi kendilerini kırlara atacağını düşünür: “Ben de böyleyim” der. Bu nedenle, geçmişteki Batı sevdasından ve tutkularından arınıp kendi özüne dönerken Rusya’nın kurtuluşunu mistik dünyada araması bir rastlantı değil: “Bu yeni uzamda sanki her şey, ışıltılı bir ihtişamla donatılmış gibiydi.”

Belıy’ın “Güvercinler”e ve Pyotr’la Matriyona’nın ikili hikâyesine bakışına gelince, yazar bir yandan tarikat üyelerinde, halkın uzak geçmişten gelen mistik gücünü oluşturan aydınlık köklerini görürken, öte yandan bu örgütsüz, denetimsiz mistik gücün daha karanlık ve bu yüzden yok edici olduğunu anlatmaya çalışır. Matriyona, Daryalski için, hem “vahşi bir kadın”, hem “ıtırlı bir yüz”, hem gezip tozan ahlaksız bir kadın, hem de “anayurdunun öz kız kardeşi” olur.

 

 

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.