Glossolalia

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Ünlü Rus şair, romancı ve kuramcı Andrey Belıy’ın Glossolalia adlı yapıtı, ses üzerine bir düzyazı şiir, bir sesli şiir. Belıy, bu şiirde, dille dans, dille müzik arasında bir ilişki kuruyor ve harflerin görünüm ve sesleriyle bir dansçının hareketleri arasında bir yakınlık olduğunu öne sürüyor. Gümüş Güvercin ve Petersburg adlı romanlarının ardından, 1917 yılında yazdığı Glossolalia’da, Belıy, çok zengin gizemci bağlantılarla dilin insanı kuşatan karmaşık yapısını sergiliyor ve şöyle diyor: “Glossolalia – birkaç sesli tema üzerine bir doğaçlamadır; bu temalar bende ses-imgeleri fantezisini geliştirdikçe, onları dışa vuruyorum.” Glossolalia, diğer yandan, yirminci yüzyıl başı Rus avangardının Mayakovski, Şklovski, Hlebnikov gibi öncülerinin yolunu aydınlatan bir şiir. Bir anlamda Rus Ekim Devrimi’nin sanattaki karşılıklarından biri: “Halkların kardeşliği gelecektir: dillerin dili koparacak dillerimizi; ve – Sözün ikinci zuhuru gerçekleşecek.” Glossolalia, glossa (dil) ve konuşma (lasso) sözleriyle oluşturulmuş bir sözcük. Ezoterik ve dini birçok uygulamada örneklerinin görülmesinin yanı sıra, çağdaş edebiyatta Belıy dışında John Barth, Neal Stephenson, Don Delillo gibi yazarların yapıtlarına da konu olmuştur.

1

Dilde derin sırlar yatar: konuşmaların gökgürültüsünde engin sözcüğün anlamları bulunur; fakat konuşmaların gökgürültüsü ve anlamların anlık şimşekleri, zamanın dalgalarına akıp gitmemiş bir kavram seli yağdıran metafor bulutuyla örtülüdür; ve sağanak, gökgürültüsü, bulut ne kadar yakınsa birbirine, sözcüğün duyulan anlamları ve imgeleri de o kadar yakındır; onlarda kuru, düz kavramsal anlam yoktur.
Toprak nedir? Lavdır o; ancak kristallerin (kayaların) kabuğu ateşi engeller; ve lavların kükreyişi volkanların ağzına saldırır;  ve üst katmanı –toprağın– öylesine incedir ki; otlarla kaplıdır.
Duyulan anlamın erimiş ritmini boğan sözcük de böyledir; taşlara karışmış kalın köklerle kaplıdır bu ritimler; ateşli anlam gizlenmiştir; üst katman sözcük-imgedir (metafor); sesi, dil tarihinin bize söylediğine göre, bölük pörçük, parçalanmış seslerin bitiştirilmesidir; imge ise sesin bozulma süreci; ve sıradan bir sözcüğün –ot! – anlamları ondan serpilmeye koyulur; yani: fonetik saflığın kaybolması diyalektik görkemin gelişimidir; ve görkemin kayboluşu düşüncenin sonbaharıdır, terimdir.
Şiddetli ateş, granit, kil, otlar birbirine benzemez; anlamları uygun gelmez: kavram, metafor, kök ve göksel ruhun hareketleridir gürültülü Kozmos’ta (ağız boşluğunda) sesleri inşa eden.


2

Bir zamanlar çimenler, “Toprak”, çakmaktaşı, granitler de yoktu; alevler vardı; Kozmos’ta hafif gazın esintisi dolanırdı; yeryüzü ateş tomurcuklarından koptu; Kozmik alanda gelişti, aktı; ve ateşler bu hareketleri onun ardından tekrarladı: çiçeklerin taçyapraklarında; kozmik ışık buradan geldi – çiçek tarlalarından; bütün çiçekler sınırsız ateşleri, kozmik alanları hatırlatır; bütün sözcükler eski anlamların sesini hatırlatır.
Bir zamanlar bizim anladığımız gibi kavramlar yoktu: kavramsal kabuk sözcüğün imgesini kapladı; bir zamanlar sözcüğün kendi imgesi yoktu: imgeler çok sonraları iğrenç bir köke bağlandı; daha önce kökler yoktu; bütün kökler yılan derisiydi; dilse canlı bir yılandır; bir zamanlar o yılan nehirdi, damaksa kerterizlerin, ritimlerin teknesi; kozmos, sertleşerek, ağız boşluğu oldu, soluk nehri –bu dünya dansçısı– ise bizim dilimiz.
Duyulur seslerden önce dil kendi kapalı alanında, tıpkı dansçı gibi, sıçrardı; duruşları, kıvrılılışları, göğe uzanışları ve (ateşi içine çekerek) ruhsal nehirle yaptığı oyunlar zamanla sızıcıların, akıcı ünsüzlerin sesli işaretleri oldu: ünsüzler olarak genişlediler; ve patlamalılardan silsileler oluştu: sessizler (p, t, k) ve tınlamalılar (b, d, g).


3

Dansçının hafif, göksel akımla oyunları, tıpkı gazdan bir tülle çevrilmiş gibidir – artık bizim için anlaşılmaz.
Ve seslerin yaklaşarak, parçalanarak, bölünerek kaynaşması dilleri ağırlaştırdı; hafızalarımıza ağırlık yapan sesten imge sözlükleri, bizim o eski açık hareketlerimiz gibi ruhumuza seslenmiyor; yani: duyulan anlamın açıklığı dansçının tülle, göksel akımla yaptığı dansı görme becerisinde gizlidir; bulanıklığıysa insani dil tapınaklarının temel taşı olan sözlüklerdedir.
Yüksek “i” ile düşük “u”nun (yabancıların “u”su) kaynaşması bizim için kaynaşma, birleşme değildir; anlamıyoruz: “W” harfi “U” sesidir, “i”de “n” vardır: iun-iuw-iun—(go)—iuv(enes)—tarihten bulup çıkarıyoruz; ve şu demektir: “birleşme” ve “gençlik”; neredeyse gırtlaktan seslendirilen eski “W”yi anlamıyoruz; dudaklara doğru uçan “V” sesinin ancak sonradan doğduğunu anlamıyoruz. Gırtlağa giren havanın ifadesi Hah’dır; buradan gelir “ah”, hayret, havanın içeri alınması; “ha” dışarı atma, geri vermedir; havayı, ateşi, ruhu; ve “Hauch” sesi anlamın önemiyle sesin önemini belirtir. Yarısesli “h” (nefes almayla yapılan gerçek “a”) sesin havasının ateşten, gırtlaktan ilk esişidir.
Sızıcıların oluşumu – yanan gaz dumanlarının oluşumu: seslerin arınmış maddesi; “w”, “v”, “r”, “h” ve “s”de biz gövdeye (w), enerjiye (r), soğuk havaya (v) ve sıcak havaya (h), ışık ve ateşe (s ve r) çöküşle karşılaşırız; ünlü dizisindeyse u-w-r-l-n vardır – oluşum: nemin havasından; l-m-n – açıkça sıvı; üç patlamalı – g-b-d – neredeyse kalındır: “b” – yapışkan, “d” – çınlamalı, “g” – gözenekli-benekli; k-t-p – (sessiz, sessiz-patlamalılar dizisi) – kalındır; ben taşlı olduklarını da söyleyebilirdim, eğer bizim için “p” koyu hayvansallık, “t” bitkisel kumaş simgesi olmasaydı; “k” – taşlı, mineral-cansız sestir; işte üç krallık: hayvanların (“p”, “b”), bitkilerin (“t”, “d”), kristallerin (“k”) ve amorf toprakların (“g”).


4

Dilin ağız boşluğumuzdaki tüm hareketi – havayı gazdan, dalgalanan bir tül gibi kıvıran kolsuz bir dansçının jestleri; bir yana bükülerek tülün ucu gırtlağı gıdıklıyor; ve kuru, hafif, hızlı “h”, Rusça “ha” gibi telaffuz ediliyor; açılmış kol jesti (üste ve yana) “h” (bkz. Res. No: 1).
Kolun jestleri koyu karanlıkta dalgalanan kolsuz dansçının tüm jestlerini yansıtıyor: damak kemerleri altında; kolun hareketi kolsuz mimiği yansıtıyor; o hareketler – ses geçirmeyen; korkunç dünyanın devleri; böylece dil mağarasından kütleyi; gövdeyi yönetiyor; ve gövde bize jestleri sergiliyor; ve anlam fırtınaları – altlarında:
Kolumuzun jestleri kolsuz dili gözlüyor; ve onu seslerle yineliyor; sesler eski ruhsal hareketlerin sırlarını yönlendiriyor; sesli düşünceleri işte böyle sessizce telaffuz ediyoruz bir zamanlar yaptığımız gibi: düşünceyle birlikte telaffuz ederdik; seslerimiz –sözcükler—dünya oluyor: sözcüklerden insanları yaratıyoruz; ve sözcükler davranışların özü.
Sesler binlerce yıllık düşüncelerin kadim jestleri; benim binlerce yıllık hüzünlü varlığımda bana kolun kozmik düşüncesi şarkı söylüyor. Jestler – gövdeme yerleşmiş, daha düşünceler geliştirmemiş olan genç sesler; bütün gövdemde, zamanın akışıyla gövdemin tek bir yerinde ne oluyorsa o oluyor: alın kemiğinin altında.
Düşünceyle doluyor bütün gövdem.


5

“R” sesinde dil uçuşur: ucu titrer; hava akımları peşinden dili iteler; ve yerinden kopar, ışığa açılan yere doğru hevesle koşmaya –zamanda kaçış hareketinin taklidi– koyulur “r” (Bkz. Res. No: 2).
 “S” sesinde, nefes akımı spiral şeklinde kıvrımlanan dişlerde spiral şeklinde kıvrılan el hareketleri yaparak dışarı uçar.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.