Füruzan Diye Bir Öykü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Füruzan’ın yaşadığı yerlerde geçen, anılarla yüklü bu kitabı, 27. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı Füruzan için, Faruk Şüyün hazırlamıştı.

Otuz yazarın katkısıyla, onlarca fotoğraf ve yapıt bilgisiyle “kaynak kitap” özellikleri de taşıyor Füruzan Diye Bir Öykü: Edebiyatımızda “olay” olmuş bir yazarın öyküsü.

Füruzan için hazırlanan kitabın kurgusu oldukça özgün. Yapılan söyleşinin aralarına diğer yazarların Füruzan hakkındaki yazıları konulmuş... Füruzan’la yapılan bir nevi nehir söyleşi diyebileceğimiz konuşma, bir yazarın edebiyatından hayatına kadar, bir yaratıcının bütün evrelerini kapsıyor.
Doğan Hızlan, Hürriyet

Sıcak, sarmalayıcı, canlı ve alabildiğine etkileyicidir Füruzan’ın öykülerinde yarattığı atmosfer. Öykücü kimliğiyle o, Türk anlatı edebiyatının, en önde gelen adlarından biri olarak yerini çoktan sağlamlaştırmıştır.
Füsun Akatlı, Milliyet Kitap

Hemen belirteyim, özel bir kitap bu... Yakın gelecekte başka okurlarla buluşmasını diliyorum. Çünkü, Füruzan’ın anlattıkları büyüledi. Başka okurlar da büyülensin istiyorum.
Selim İleri, Radikal Kitap

Bir yazarın oluşma sürecini öğrenmek, kendi özgün kimliğiyle yaşamaya kendini koşullamış bir yazarın hayatının derin sularına girmek istiyorsanız, Faruk Şüyün’ün büyük bir emek ve incelikle hazırladığı bu kitabı okumalısınız. Kibirden, övgü beklentilerinden, kendini ayrıksı yerlere yakıştırmaktan uzak, ama gene de düpedüz bir fenomen olan –çoğunluğun tam farkında olmadığı– Füruzan, onsuz olamadığım yazarlarımdandır.
Semih Gümüş, Radikal Kitap

Füruzan Diye Bir Öykü, Türk edebiyatının en büyük ve en önemli yazarının hayatının, kendi ağzından ve bakışından bir anlatımı olmasının yanında bir edebiyat eseri de olmuş.
Metin Celâl, Cumhuriyet Kitap

Bir mucize hayat...

İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildiğini öğrendiğimde, onu anlatacak kitabı hazırlamayı çok istedim... Bir okuru olarak yapıtlarından yıllardır tanıyordum...
Kişisel tanışıklığımız ise herhalde yirmi senenin üzerindeydi. Ancak, rastlantılar dışında hiç görüşmemiş, hatta araşmamıştık... Yıllardır yaptığı onca söyleşide hemen hemen kendisinden hiç bahsetmediğini de biliyordum. Onu anlatacak bir kitabın cazibesini nasıl da artırıyordu tüm bunlar...
Anlatmanın yoluysa her zamanki gibi çok iyi anlamaktan geçiyordu...
Her zaman başı dik duran, istememesine rağmen, yalnızca mecbur olduğu için bir şey yapmayan, daima özgürlüğü seçen, özgür kalan bir yazar, bir insan... İkisi de ne zordur... Ona çok saygı duyuyordum...
Edebiyattaki başarısının yanında, hayattaki sağlam, dengede, hiçbir yere tutunmadan duruşu da vardı... Rüzgâra da, yağmura da, güneşe de direnebiliyordu.
Dudaklarının kenarında bir gülümseme, hiç fark etmemiş tavrıyla olup biten ne kadar çok şeyi algılıyordu. Bir kitap vasıtasıyla onun, bu akıllı kadının “mahrem” dünyasına girebilmek çok önemliydi. Çok sevdiğim, görüşlerine her zaman değer verdiğim, inandığım bir yazar dostum, sohbetlerimizden birinde bahsettiğim duruşunu kastederek “Ben, hiçbir zaman onun gibi olamadım” demişti özlem dolu bir sesle...
Söyleşimiz başlayınca onu daha da yakından tanıdım; mucizeyi andıran hayatını hayranlıkla dinlemeye başladım. Edebiyat dünyasında kırk yıla yakın bir süre var olmuş bu değerli tablonun altındaki diğer görüntüler ortaya çıkmaya başlamıştı ilk kez. Kitabın sonunda yer alan Pentimento’sunda anlattığı gibi, hayatının ipuçları, resmin altından gözüken “öteki” resimde yatıyordu. Ve onun cümleleri, sözcükleri altlarında bunun ipuçlarını taşıyorlardı...
Beliren, bir ömür boyu şekillenen, gelişen o resimdi...
Kitap için çalışmaya sıcak yaz günlerinde başladık. Haftanın en az üç günü buluşuyorduk. O anlatıyor, ben teybe kaydediyordum. Söyleşimiz, onun sözcükleriyle akıp gidiyor, hızla, elimizde olmadan, planlamadığımız, –onun da vurguladığı gibi– bir otobiyografiye dönüşüyordu. Hiç büyümsenmeden, hiçbir şeyi laf olsun diye anlatmadan, köşelerinden ziyade özüyle, mütevazı, sıcacık, dürüst bir üslûpla... Özel hayatını, ancak yazarlığıyla ilgili ipuçları taşıyacak kadar ortaya koyan salt edebi bir metin oluşuyordu... Biraz kalbiyle, biraz zekâsıyla ve önyargılarını geride bırakarak bu kitaba yaklaşan herkes, onun yaşamının pentimentosunu fark edecekti...
Bu arada, kitapta yer alacak diğer yazıları istedikçe, bu çalışmayı, konuştuğum herkesin aynı heyecanla, aynı sevgiyle desteklediğini hissediyordum. Hayatta olmayan usta edebiyatçıların yazıları dışında her şey ilk kez yazılıyor, anlatılıyordu. Bir sevgi hâlesi oluşmaya başlamıştı. Bu hâleye, zaman içinde Dünya Gazetesi’ndeki ekip arkadaşım Nermin Sayın, TÜYAP’tan Cemran Öder, sayfa tasarımlarını yapan Aret Bedikyan da katılacaktı...
Sevgiyle, isteyerek, coşkuyla çalışıyorduk...
Bu arada bir “çalışma” da, onun evinde sürüyordu: Dairesine doğalgaz kombisi takılacağından bir inşaat vardı... Her yer her yerdeydi... Ve bu durum, evde, “olmayan” fotoğraf arşivi için bir kazı çalışmasına yol açmıştı. İlk kez gün ışığına çıkacak olan resimler, belgeler geliyordu her buluşmamızda... Evdeki hafriyat, bu satırların yazıldığı günlere kadar, neredeyse dört ay sürdü. Bu nedenle de evinin fotoğrafları yer alamadı bu kitapta. Ben de giremedim içeriye tâ ki kitabın son hâlini götürdüğüm güne kadar... Çalışma masasının bir köşesinin, bir iki koltuğun dışında inşaat sonrası görüntülerin hâkim olduğu salonu fotoğrafladım bile o gidişimde...
Bir şey bulmanın olanaksız olduğu o mekânda fotoğrafları, belgeleri nasıl keşfedip getirmişti? Ona verdiğim ve hızla bir köşeye kaldırdığını söylediği şeyleri nasıl olup da birkaç gün sonra yerini hatırlayarak getiriyordu...
Tanık olunca, daha da şaşırdım...
Bir edebiyat yolcusunun notlarıydı kaydettiklerimiz...
Bitmeyen bir öğrenme serüveninin tanıklığı...
Usta bir yazarın renklerinden örneklerdi...
İçtendi, sıcacıktı...
Onun yapıtlarının tatlarını taşıyorlardı...
Aslında en güzelini, kitabı ilk okuyanlardan biri olan, düzelti aşamasında da büyük emeği geçen sevgili Nermin Sayın söylemişti: “Füruzan diye bir öykü”ydü bu...

Ekim 2008
Faruk Şüyün

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.