Filiz Hiç Üzülmesin

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Filiz Ali’nin anılarını, babasının eserleri ve mektuplarıyla harmanlayarak kitaplaştırdığı “Filiz Hiç Üzülmesin”, sadece bir hayata odaklanmakla kalmıyor, Sabahattin Ali’nin usta fotoğrafçılığına da tanıklık ediyor.

Sabahattin Ali’nin Istıranca Dağları’nda öldürülmeden çok önce, kehanette bulunur gibi kendi sonunu yazdığı dizeleriyle biten “Filiz Hiç Üzülmesin”, edebiyatımızın efsanevi yazarını yattığı yerde de selamlıyor...

Dedem Cihangirli Ali Selahattin aslen baba tarafından Oflu imiş. Bahriye Alay Emini Oflu Salih Bey ile Çerkes asıllı Saniye Hanım’ın oğlu Ali Selahattin Cihangir’de büyümüş.

“Babam İstanbul’un asil ve eski bir ailesinin çocuğu idi. Çok iyi büyütülmüş, terbiye edilmişti. Askerliği o zamanlar en şerefli meslek zanneden ailesi, kendisini Harbiye’ye vermişler ve babam oradan zabit çıkmıştı... Tam otuz yaşında ve yüzbaşı rütbesindeyken Edirne’nin Eğridere kazasında bulunuyordu. Burada alaydan yetişme bir mülazim olan Mehmet Ali Efendi isminde birisinin bir Rumeli muhaciri olan karısı Hatice ile izdivacından hasıl olan kızını gördü...”

Ninem Hüsniye Hanım dedemle evlendiğinde on dört yaşındaymış. Evliliklerinin ilk yıllarında, 25 Şubat 1907’de babam dünyaya gelmiş. Üç buçuk yıl sonra da amcam Fikret doğmuş. O sıralarda dedem, İtalyan ve Balkan savaşlarına, Arnavutluk isyanını bastırmaya gitmiş. Derken Harb-i Umumi (Dünya Savaşı) gelmiş çatmış ve dedem bu kez Divan-ı Harb-i Örfi Reisi (Sıkı Yönetim Mahkemesi Başkanı) olarak Çanakkale’ye tayin edilince, o sırada İstanbul’da Üsküdar’da oturmakta olan ailesini yanına aldırmış.

Amcamın anlattıklarına ve babamın Mehpare’ye yazdığı mektuplara bakılırsa ne olmuşsa Çanakkale Savaşı sırasında olmuş. On dört yaşında anne olan ninem, iki ufak çocukla kendini savaşın ortasında bulunca ruhsal dengesini yitirmiş ve iki kez intihara kalkışmış. Bunun üzerine dedem, ninemi ve çocukları Çanakkale’den uzaklaştırmaya karar vermiş. “Çirkince” adlı öyküsünde bu olaya şöyle değiniyor. Sabahattin Ali: “Çanakkale’de asker olan babamın yanından, Çivril’de asker olan dedemin yanına gidiyorduk... Şimdi düşünüyorum da, o karmaşık devirde, o berbat yolculuk şartları içinde annem gibi beceriksiz bir kadının iki küçük çocukla bu kadar uzun yolculuğa nasıl çıktığına hâlâ şaşıyorum...

Cephelerde her gün yüzlerce subayın öldüğü, yüzlerce subay ailesinin memleket içinde perişan kaldığı o günlerde, ‘silah arkadaşları’ arasında, birbirlerinin ailelerini korumak hususunda, yazılmamış hatta konuşulmamış bir mukavele var gibiydi.”

Çanakkale Savaşı’ndan sonra dedem, askerlikten istifa ederek İzmir’e gelmiş. “Babam... Elindeki bir miktar para ile İzmir’de iş yapmak istedi. Bir tiyatro isticar etti. Karşıyaka’da gazino işletti. Hülâsa işleri iyice idi.”

Tam işlerini yoluna koyacakken bu kez İzmir’i Yunan işgal etmiş. Beş parasız kalınca Edremit’e, ninem Hüsniye Hanım’ın babası Mehmet Ali Efendi ile annesi Hatice Hanım’ın yanına sığınmak zorunda kalmışlar. Dedemle ninemin Edremit’teki yaşamlarını babam hem “Kuyucaklı Yusuf” romanında hem de “Pazarcı” adlı öyküsünde değişik biçimlerde anlatır. “Tekaüt olduktan sonra karısının memleketi olan Ege Denizi kıyılarındaki bu kasabada ufak bir dükkân açıp tuhafiyecilik yapmak istedi. Pek becerikli idi. Balkan harbinde yaralandıktan sonra da bir kez istifa ederek askerlikten ayrılmış, Üsküdar’da Uncular sokağında ufak bir yağ ve sabun dükkânı açmıştı...” diye başlar “Pazarcı” öyküsü.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.