Felsefi Şiir - Tinsel Poetika

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yücel Kayıran’ın “Felsefi Şiir” ve “Evet, Etik” başlıklı iki kitabını bir araya getiren bu kitap, günümüz Türk şiiri ortamındaki pragmatist zihniyetin eleştirisini içeriyor. Türk poetikasındaki temel sorunları da irdeliyor. Şairin kendi şiiri temelindeki şiir kuramını dile getiren ve Türk şairinin zihnindeki ideolojik engellerle hesaplaştığı yazıları içeren “Felsefi Şiir” , bu kuramın oluşum yıllarında şairin kendi varoluşunda yaşadığı iç savaşı dile getiren yazılardan oluşuyor. Felsefi Şiir olarak yayınlanan bu kitap bir cilt.. Bu ciltte, “Felsefi Şiir” ve “Evet, Etik” olmak üzere iki ayrı kitap yer alıyor. Tek ciltte iki kitap… “Felsefi şiir’e, Türk şiirinin temel sorunlarıyla hesaplaşılarak varılmıştır.”

Felsefi şiir, şiir üzerine felsefi bir metin değil, felsefi olmakla ıralanan bir şiir anlayışını dile getiren poetik bir metin. Felsefi şiir, dünyagörüşü ile ideolojiye dayalı şiirin karşıtı bir şiirdir. Felsefi şiir derken kastedilen, ne felsefi söylemle kurulmuş bir şiir ne de filozofların ortaya koyduğu felsefi bilginin kullanımına dayalı bir şiir. Felsefi şiir, ne felsefi söylemle ne de mevcut felsefi bilgiyle yazılan bir şiir değil ise, o halde, bu şiir felsefi karakterini nereden almaktadır? Felsefi şiir, felsefi ırasını, şiirin gösterdiği ve şiire içkin olan tinsel evrendeki durumdan alan bir şiirdir. Dolayısıyla, felsefi şiir, insanın varoluş durumuyla ilgili felsefi bir problemi, bir aporia durumunu gösteren bir şiirdir. İçinde yaşadığımız çağın koşullarında, siyasette, iktisatta, toplumsal ve bireysel ilişkilerde, pedagojide sözü edilen her türlü gelişmeye rağmen insanın yüz yüze geldiği veya içine sürüklendiği çıkmaz durumu bir aporia durumudur. Dolayısıyla, felsefi şiir, insan varlığının, bugün içinde bulunduğu çıkmaz durumunun, şiirin asıl meselesi olduğunu gören bir bilincin şiiridir. Bu poetika, şaire, insanın çağımızdaki varoluş durumuyla ilgili hakikatlerinin keşfini yapmayı yüklemekte ve ona filozofik bir değer atfetmektedir. Çünkü şiir hakikati, yani kesin bilgiyi dile getiriyor ise, şair de hakikati keşfeden kişidir. Başka bir deyişle, şiir, insanın varoluşuyla ilgili bir hakikatin açığa çıktığı bir tinsellik olduğu ölçüde, şairin varoluşu da, hakikat ile şiir arasındaki sondaj koridorudur.

Felsefi şiir ile dile getirdiğimiz bir diğer argüman ise, şiirin, insanı konu edinmesinin, insanın kamusal konumundan çok mahremiyet durumu içinden dile getirilmesiyle olanaklı olduğudur.

Rilke, yolun başında olan şaire, kendi kalbine dön der.  Bu poetik buyruk, seçik olduğu ölçüde mecaz olmakla da ıralıdır. Ne demektir, “kendi kalbine dönmek”? Ben, bu buyruğun işaret ettiğini, şiirin tinsel evrenindeki kişinin bulunduğu durumu betimlemek, diye tanımladım. Kişinin içinde bulunduğu bu durum bir varoluş durumudur. Varoluş durumumuzun merkezi ise, toplum değil, içinden geldiğimiz ailedir. Öfkelerimizin, kızgınlıklarımızın, sorumluluklarımızın, gerginliklerimizin, bir daha böyle bir şey yapmayacağım demelerimizin, mutluluklarımızın, alışkanlıklarımızın tecelli etmesinin doğrudan sebebi ailemizdir. Sınıf çelişkisini, horlanmayı, ezilmeyi, bir kenara itilmeyi hissettiğimiz yerdir aile. Buna, sınıfsal, siyasal, kültürel, pedagojik eksiklerimizin açığa çıktığı ontik bir düzlem de denilebilir. Ailemizin, iktisadi, kültürel, pedagojik durumudur kendimizi iyi veya kötü hissetmemizin nedeni. Aile varoluş durumumuzun zemini ve onun taşıyıcısıdır. Egemen sınıfların söylemsel ideolojisi, dünyayı ve hayatı aile düzlemi içinden algılamamıza ket vurucu işlev görür. Dünyaya, hayata ve kendimize, kendi ailemizin düzleminden değil, egemen sınıfları aile düzleminin dünya algısı içinden bakarız. Söylemsel ideolojilerin temel işlevi budur.

Felsefi şiir, şairin, meselesi olan bir şair olması gerektiğini ileri sürmektedir. Ama, meselesi olmaklık ile söylemsel veya –izm olarak ideolojilerin sözcüsü olmaklık, yaygın olarak birbirine karıştırılır. Oysa, meselesi olmaklık ile bir ideolojinin sözcüsü olmaklık aynı türden değildir ve birbirini dışarıda bırakan türlere aittirler. Problemi (yani meselesi) olmak, dönemin getirdiklerini veya dönemin ona yüklediklerini yapmak veya yerine getirmek değil, tam tersine asıl temeldeki problemin ne olduğunu nesne edinerek dönemin gidişatına, bu gidişattaki akıntıya karşı mücadele vermek demektir. Meselesi olmak, meselesi kendinden olmak demektir. Meseleniz kendinize içkin değil aşkın ise, içinde yaşadığınız dönemin oluşturduğu beğeni ve beklentilerin şairisiniz demektir. Problemi olan şair, döneminin temel argümanlarıyla, yaygın anlayışlarıyla kendini uyumlu görmeyen, dahası böyle bir uyumluluk talebini dile getiren anlayış ve argümanlarla sıkıntısı olan, dolayısıyla onlara başkaldırarak onları değiştirmeye çalışan şairdir.

Der Spiegel’in söyleşisinde Heidegger’in dile getirdiği bir soru var: Sanat nerede duruyor? Onun yeri neresi? Sanatın işgal ettiği yer neresi? Şiir için özelleştirildiği ölçüde vazgeçilmezdir bu soru. Şiir nerede duruyor? Şiirin işgal ettiği yer neresi? Şiir, nasıl bir yol gösteriyor bize? Şiir hangi yolu arıyor?

Felsefi şiirin neliğini dile getiren yazılar dikkate alındığında, bu sorunun yanıtına, poetik argüman ile tinsel zemin olmak üzere ikili bir yoldan ulaşıldığı görülecektir.

Poetik Argüman: Argüman, bir delile varmaktır; böyle olduğu ölçüde bir sonuçtur ve bir kanıt. Bu bölümdeki yazılar, bir delile varma durumunun ruh haliyle özdeştirler ve keşfetme anının heyecanıyla ıralıdırlar. Filozoflar veya bilim adamları, keşfetme süreçleri içinden değil, bir şeyi keşfetmiş olmaktan kaynaklanan hükmetme hali içinden konuşurlar. Epistemik poetikası olan şairler de böyledirler. Şiir hakkındaki anlayışını, belli bir varoluş durumunu içeren kendi kişisel tecrübelerinden hareketle değil, daha çok şiir enformasyonuna dayalı bilgiyle konuşurlar.

Tinsel Zemin: İkinci bölümdeki yazılara, bir delil arama sürecini içerdikleri için, tinsel zemin denildi. Bu bölümdeki yazılar, bir delil arama sürecinde, şairin kendi tinsel bütünlüğünde, neredeyse kendi kendisiyle yaşadığı kavganın gerilimini taşımaktadır

Şairin kendi kendisiyle kavgası, şairin kendindeki ötekiyle kavgasıdır. Çünkü ben, başkasıdır (Rimbaud). Ben, başkası tarafından kurulmuş/kurgulanmış ise, başkayla kavga, başlangıcı ben’de yaşanılan bir kavgadır; ben’deki başkanın devredışı bırakılmasına yönelik bir iç kavga, bir iç savaş. Şiir yazan bir insanın, ötekiyle olan kavgasının başlangıcı, kendi tinselliğindeki bir iç savaşa dayanmıyor ise, bu kavga, ötekiyle yapılan bir kavga değil, güç ve iktidar elde etmek için yapılan bir kavgadır. Ancak böyle bir iç kavgayla, böyle bir iç savaşla, şair kendindeki öteki-benden kurtulur.  


Başka veya öteki derken, burada kastedilen kişiler değil, başkanın kendi bütünlüğünü dile getiren insan tanımıdır. Dolayısıyla yapılan kavga da, kişilerle yapılan bir kavga değil, söz konusu kişilerin/şairlerin temsil ettikleri veya savundukları insan/şair/şiir tanımıyla yapılan bir kavgadır. Her şair, söz ve edimleriyle kendi benliğine ilişkin bir tanım oluşturur ve bu tanım, ikna edici ve gönül çelici gücünü koruduğu ölçüde idealleşir. Başkasının gözüyle görüp, başkasının kulağıyla duymayı sevenler olduğu ölçüde, idealleşen her şair/şiir tanımı birçokları için etkileyicidir.

Bu poetika, kendi yazdığım şiire bakarak yaptığım bir betimleme aslında. Kendi yazdığım şiir derken kastettiğim sadece yazılmış, açığa çıkmış olan şiir değil. Onların açığa çıkışı sürecinde hesaplaşmak durumunda kaldığım zihin süreçleri de.

Her şair kendi karakterine uygun bir şiir formu seçer (Aristoteles). Her şair, kendi varlık yapısına uygun şiir formuyla yazdığı ölçüde, her poetika, söz konusu şairin kendi karakter yapısının da bir dışavurumudur.

 

İtaki, Sayı 2, Şubat 2007

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.