- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Dün
-
Özgün Adı:
Hier -
Kategori:
Edebiyat / Roman -
Yazar:
Agota Kristof -
Çeviren:
Ayşe İnce Kurşunlu -
ISBN:
978–975–08–1995–7 -
Sayfa Sayısı:
72 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Nisan 2011 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
7. Baskı / Mart 2024
Tobias önemsiz bir ülkenin ismi olmayan bir köyünde doğmuştur. Annesiyle yokluk içinde yaşar. Annesi köyde dilenir; un, mısır veya süt karşılığında erkeklerle yatar; tarlalardan, bahçelerden meyve sebze toplar, bazen de çiftliklerden tavuk çalar. Küçük Tobias bir gün annesi bir erkekle yatarken ikisini de bıçaklar ve köyünden, ülkesinden kaçarak başka bir ülkeye sığınır. Yeni bir ülkede yeni bir hayata başlar. Adı artık Sandor Lester’dir. Bir fabrikada işe girer. Yazar olma hayalleri kurar. Ama ilkokuldaki kız arkadaşı Line’i unutamaz, onun bir gün yanına geleceğini umut eder... Ve günün birinde Caroline’le karşılaşır...
Agota Kristof, “Büyük Defter – Kanıt - Üçüncü Yalan” üçlemesinin ardından bu kez okuru “Dün”de baş döndürücü bir hikâyeye davet ediyor.
Rüzgâr sokakları süpürüyor. Bu boş sokaklar bana garip geldi. Bir iş gününün sabahında sokakları hiç görmemişim.
Sonra, taş bir banka oturup ağladım.
Öğleden sonra güneş açtı. Küçük bulutlar gökyüzünde koşuştuyordu, hava ılıktı.
Bir bistroya girdim. Karnım acıkmıştı. Garson önüme bir sandviç tabağı koydu.
Kendi kendime, “Artık fabrikaya dönmelisin. Geri dönmelisin, işi bırakmak için hiçbir nedenin yok. Tamam şimdi dönüyorum” dedim.
Yeniden ağlamaya başladığımda bütün sandviçleri yediğimi fark ettim.
Çabucak yetişebilmek için otobüse bindim. Saat öğleden sonra üçtü. İki buçuk saat daha çalışabilirdim.
Hava kapattı.
Otobüs fabrikanın önünde durunca biletçi bana baktı. Biraz sonra omzuma dokunarak, “Son durak bayım” dedi.
İndiğim yer parka benziyordu sanki. Ağaçlar ve birkaç ev vardı. Ormana girdiğim zaman hava karamıştı.
Yağmur şiddetlenmiş, karla karışık yağıyordu. Rüzgâr vahşice yüzüme çarpıyordu. Ama aynıydı, aynı rüzgâr.
Bir tepeye doğru, giderek daha hızlı yürüyordum.
Gözlerimi yumdum. Zaten bir şey görmüyordum ki. Her adımda bir ağaca tosluyordum.
“Su!”
Uzakta, tepeden birisi bağırıyordu.
Gülünçtü, her yer su içindeydi zaten.
Ben de susamıştım. Başımı arkaya doğru atıp kollarımı iki yana açarak kendimi yere bıraktım. Yüzümü soğuk çamura gömdüm ve hiç kımıldamadan durdum.
İşte böyle öldüm ben.
Kısa süre sonra bedenim toprağa karıştı.