- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Dağ Uykusu - Seçme Şiirler
-
Kategori:
Doğan Kardeş / Seçme Şiirler -
Yazar:
Fazıl Hüsnü Dağlarca -
Hazırlayan:
Ahmet Soysal -
ISBN:
978-975-08-1606-2 -
Sayfa Sayısı:
112 -
Ölçü:
13 x 19.5 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Mayıs 2009 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
11. Baskı / Şubat 2023
Sen bir sözcük sayma beni betiklerinden
Çeker giderim bütün tümcelerden
bütün dizelerden
Boşluğum kalır
Göklerden bin kat iri
Fazıl Hüsnü Dağlarca (19142008) Türkçenin ve dünya şiirinin en verimli şairlerinden biridir. 73 yıllık yayın yaşamında, irili ufaklı 150’ye yakın yapıt bırakmıştır. Dağlarca şiirinin niceliğiyle birlikte kapsadığı alanlar, kitaptan kitaba şaşmayan niteliği, onu eşsiz bir konuma yerleştirmektedir.
Biz bu seçkide, onun önemli yapıtlarının bazılarından şiirler sunuyoruz. Daha önce birkaç baskısı çıkmış diğer antoloji "Dört Kanatlı Kuş"ta yer almayan şiirleri yeğledik. Böylece, okur, Dağlarca’dan iki değişik antoloji okuma şansına erişmiş oldu.
Burada, yapıt sayısını sınırlı tutmamızın kitaba belirli bir birlik sağladığını düşünüyoruz. Dağlarca yapıtının niceliği, antoloji tasarısını çekici duruma getirmekle birlikte, bir ya da iki antolojinin Dağlarca şiiri konusunda yeterli fikir veremeyeceği de kuşku götürmemektedir.
Antoloji, öncelikle, kitaplara, her bir kitabın bütününe ve sonunda yapıtların toplamına karşı arzu doğurma işlevini görmelidir. Hiçbir antoloji, şiirler aldığı şiir kitabının, şiir kitaplarının yerine geçemez. Kaldı ki Dağlarca her bir şiir kitabını bir büyük şiir gibi düşünmüştür, kitap kurgusuna, mantığına, devinimine büyük önem vermiştir. Böylece, her antoloji, yararlarına karşın, kitaplara bir saldırıdır, bir çeşit hırsızlıktır. “Keyfî” bir hırsızlık... Dağlarca şiirsel olgunluğa çok çabuk erişmiştir. Henüz 21 yaşını bitirmeden yayımladığı "Havaya Çizilen Dünya"da başyapıt düzeyinde şiirler vardır. Sonraki kitabı "Çocuk ve Allah" Türk şiirinin başyapıtlarındandır. "Çakırın Destanı"yla kapanan ilk dönemi, Dağlarca’yı yalnızca Türk edebiyatının değil, ama dünya edebiyatının da en genç dehâlarından biri yapmaktadır. Bu genç şair, bu tarihten (1945) sonra, daha 63 yıl şiir yazmıştır. Bu süre boyunca, yaşlanmaya, yorulmaya bağlanabilecek hiçbir ağırlaşma, soğuma, duraklama görülmemektedir. Bu garip durumun örneği yoktur. Dağlarca’nın şiiri, baştan sona, yaşamı öne çıkaran bir şiirdir. Bu yaşam – "hayat" – en temelde canlının – "hayvanın" (Arapça “canlı” demek) – yaşamıdır. “Hayvan”, Dağlarca’da, hem bildiğimiz hayvandır, hem de bizdeki hayvandır, vücudumuzu saran, oluşturan hayattır. Dağlarca’nın şiiri, bu yaşamın dile gelmesi olayıdır. Yaşamın dile gelmesi olayında, yaşamla, yaşayanla, yaşayanlarla birlikte varlık açılır. Dağlarca’da varlık, en genel ve en özel yönleriyle yaşamın diline açılmaktadır. Duyumsamalar, algılar, düşlemeler – imgelemin alanı – , düşünceler, arzular, istekler, bu açılmanın şiirde dile gelmiş değişik katmanlarıdır. Bu katmanların dile gelmesi, şiir dilinin, ses, ritm gibi biçimsel niteliklerinin özgün kullanımıyla, Dağlarca şiirinin imgelerini oluşturur. Dağlarca’nın şiiri, en büyük biçimsel özgünlük içinden, imgeye öncelik veren bir şiirdir. Ama bunu yaparken de düşünceden, düşünsel yönelimden, düşünsel tutumdan ödün vermez. İmge, biçim, düşünce dengesi eşsizdir Dağlarca şiirinin. Bu denge, Dağlarca’nın her kitabında ayrı kurulmuştur.
Denge, ama değişen denge. Böylece, Dağlarca uzay konusunu da ele alsa (Aylam), toplum konusunu da ele alsa (Toprak Ana), Kurtuluş Savaşı konusunu da ele alsa (Bağımsızlık Savaşı), aynı yetkinliği içerir.
Ahmet Soysal
ELEKTRİKLER
Bölünür ikiye gece olunca şehir;
Biri elektriklerin şehri, öteki lambaların,
Ben bütün lambaları kırmak isterim;
Yanarken içimde binlerce mumluk bir elektrik gibi yarın
Birer ölü gözüdür ki lambalı pencereler
Seyreder beni, bütün hikâyesiyle seyreder.
Onun soğuk değişiyle yıkanır sessizlik denen mermer,
Ve duyarım selamını alnımda mazi denen rüzgârın.
Elektrik ki kafamın içinden akan bir dere,
Açarım bütün göğsümü elektriklere.
Benzer ışıklar altında bu çiçekli gazino ebedi bir yere;
Kanarım ağlayarak saksılardaki kopyasına baharın.
Ne geçmiş ne geçecek zamanın şarkısı bu aydınlıklar,
Ki hayatla yaşayan elektriklerde yalnız yaşamak var:
“Geçmekte olan an” kaplar ruhumu bir diyar kadar,
Ve fazla hissederim yalnız bana ait varlığını bu diyarın.
BİR ATMOSFER
Bir atmosfer isterim ki değmesin vücuduma;
Duymayayım temasını üstümde, yüce kâinatların.
Bir bitmiş musiki gibi varlığından ayrılayım bütün sanatların;
Ona alnımı süreyim, gözlerimi yuma yuma.
Bir atmosfer isterim ki atsın beni senelerce evvele,
Dünyaların doğduğu iklimleri versin, güzelliklerden.
Ki orda Allah’ın ayak sesleri duyulsun bazen,
Ki orda benzesin okyanuslarımız küçük bir sele.
Bir atmosfer isterim ki orda hayat olmasın henüz;
Hayatın anasıyla babası yaşasınlar ilk aşklarını.
İlahi ressamlar paletlerde tecrübe etsinler yarını,
İlahi kimyagerlerin şişesinde süzülsün temmuz.
Bir atmosfer isterim ki insanların ruhu doğmamış olsun,
Avuçlarımla öpeyim ilk maddeyi ölürcesine.
Kansın yokluğum o fanusların fezadan sesine,
Hesaplarını seyredeyim ağlayarak, sonsuzluğun.
Ah orası ki mazi sıfırdır orada,
Ah orası ki başlamamıştır hayat, ölüm.
Bir şişede kendi hayat sırasını bekleyen gönlüm,
Ah orası ki gönlümün kopup geldiği ada.
Şimdi düşüncem bir arzu sılasıyla yaşıyor o âlemi;
Bir senfoniyi ıslıkla söyleyerek çalıştığını görürüm Allah’ın.
Vuruyor üstüme sevgilerin kaynatıldığı yangın;
Ve hazzı görüyorum: bir havuz üstünde bembeyaz bir gemi.
Oyuncaklar dünyasında oyuncaklar, oyuncaklar;
Ki her birinin etiketinde bir başka dünyanın adını okuyorum.
Bir anlık aleviyle güneşi yapan bir mum,
Ve o mumun bir avuçluk civarıyla yapılan uzaklar.
Hatırlıyorum, evet evet o ıslık sesini,
Ki ebedi ahengiyle verdi ruhuma ebedi bir çiçek.
Şimdi içimdeki büyük tahassürünü seyrederek
Hatırlıyorum, ruhumun şişesinin sağındaki sanat şişesini.
Hatırlıyorum nasıl bir hazla seyretmişti bunları ruhum,
Ah ben, ben hatırlıyorum o atmosfer hayatımı.
Hatırlıyorum o yeri, yaşıyorum bu mustarip kâinatımı;
Ruhumun şişesinin solundaki ölümün şişesini hatırlıyorum.
ŞEKİL
Haydi miskin vücudum, gidelim,
Aşkın ve sevabın karanlığına.
Esrara karşı aşikâr olsun
Benim en güzel şeklim.
Biz, dargın ve nankör krallar,
Terk edelim her nimeti.
Karanlığıyla hülyalı kalbimiz,
Deniz dipleri kadar.
Bakireler gibi ağaçlar altında –
Dağlar ve sular için.
Dağlar ve sular,
Varmasın murada.
O Kadar Kuvvetle Hülya Edeceğim ki
O kadar kuvvetle hülya edeceğim ki,
Açacak bu kuru dallar yapraklarını.
Aydınlatırken sonsuz ve sahipsiz geceler,
Çocukların ılık yataklarını.
Konacak etrafıma âlim kuşlar,
İstersem soracağım “Şark nerde?”
Ve onları dehşetle ürkütecek,
Satıh halindeki kuşlar, yerde.
Hücum etti zafer atları çılgın,
Şarkılar, kaleler gibi kapanmaktadır.
Aşikâr olup heykeller uykusundan
Toprak altındaki sır.
Sana doğru bütün aşklardan sonra
Çirkin hatıralar lazım.
O kadar kuvvetle hülya edeceğim ki,
Artık burda mevcut olmayacağım.