Çok Şey Yarım Hala

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türk şiirinin en büyük ustalarından Behçet Necatigil'in kızı Ayşe Sarısayın, babasının bilinmedik yanlarını, sevgi dolu bir üslupla anlatıyor. Yanında büyüdüğü üvey annesinden, çocukluğundaki sevgi açlığına, düzen tutkusundan şiirlerini yazarken yaşadığı ruh hallerine kadar bu büyük şair hakkındaki şaşırtıcı ayrıntılar okunduğunda, birçok şiiri başka bir anlam kazanıyor. Anlatılan önce büyük bir şairdir. Daracık bir odada çalışmaktan hoşlanan, düzenli, titiz, mütevazı, sözcük toplayan, yazılı kâğıtları biriktiren bir büyük şair. Ama üvey annesinin yanında yaşamış, anne kucağını tadamamış bir babadır da, çocuklarına sonsuz bir sevgi veren, onlara Cimbil adında bir farenin masallarını anlatan, aile ve ev sıcaklığını onlara alabildiğine duyuran bir baba. Yapı Kredi Yayınları'nın yeniden yayımladığı Şiirler 1938-1958, Şiirler 1948-1972, Şiirler 1972-1979, Bütün Düzyazılar I, Bütün Düzyazılar II, Ertuğrul Faciası, Bütün Radyo Oyunları, Serin Mavi'nin ardından şairin ev hayatına ilişkin görülmemiş fotoğraflarının eşlik ettiği bu kitap Necatigil tutkunları için yepyeni bir rehber.

Babamın çalışma odasından, elimde bir "parmak çikolata" ve yüzümde bir zafer edası ile, oturma odasına geri dönüyorum. --Şimdi de var mı o çikolatalar, bilmiyorum. Renkli yaldız kâğıtlara sarılı, parmak uzunluğunda çikolatalardı. Yaldızları çok güzeldi, özenle açılır, düzeltilir, kullanılmayan bir defterin sayfaları arasında biriktirilir ve o parlak renklere bakılarak düşler kurulurdu. Benim çocukluk yıllarımda düşler vardı ve günler, ancak düşlerle birlikte kolayca geçiverirdi. Bugünün çocukları için de düşler hâlâ var mı acaba?-- Sonra anneme ve ablama anlatıyorum: "Babama gittim. 'Baba' dedim. 'Mahmah var mı?' dedim. 'Var' dedi, verdi". Ve annemin sesi: "Kızım, ben sana çalışırken babanı rahatsız etme demiyor muyum?" Doğruydu, annem bu sözleri çok sık söylüyordu. Ablama ve bana ilk öğretmeye çalıştığı şeydi belki de bu. Ama ben, evin en küçüğü olmanın ve babamdan da destek görmenin verdiği rahatlıkla, bu yasağı en sık delen kişiydim. Bunda, çikolataya olan düşkünlüğümün de payı vardı mutlaka! Babam tarafından hiçbir zaman eli boş geri çevrilmeyişimde ise, onun kötü geçen çocukluğunun derin izleri. Babam Behçet Necatigil, 16 Nisan 1916'da İstanbul'da, Fatih'te Atik Ali Paşa'da doğmuş. Kastamonulu olan babası Mehmet Necati Gönül, dersiam vaizmiş. Uzun yıllar İstanbul'da, Beyoğlu ilçesinde müftülük yaptıktan sonra Sarıyer müftülüğünden emekli olmuş. Annesi Fatma Bedriye Hanım, Geyveli müderris hafız İbrahim Hakkı Efendi'nin kızıymış. İbrahim Hakkı Efendi İstanbul'da Fatih ve Dolmabahçe camilerinde başimamlık yapmış, "Tetkik-i mesahif ve müellefat-ı şer'iyye meclisi" üyesi olmuş, 1913 yılında Sinop'a sürgün edilmiş ve 1920 yılında ölmüş. İbrahim Hakkı Efendi, medresede öğrencisi olan Mehmet Necati Efendi ile kızını evlendirmiş, bu evlilikten bir yıl sonra da babam doğmuş. Fatma Bedriye Hanım (1896-1918), sanatkâr ruhlu, duyarlı ve çok zarif bir hanımmış. Kısacık yaşamına olağanüstü güzellikte nakışlar, işlemeler sığdırmış. Babaannem Bedriye Hanım hakkında çok az şey biliyoruz. Çocukluğumda ondan kalan ve annemin kullanmaya kıyamayıp "çeyiz sandığı"nda yıllarca sakladığı iğne oyası işlemeli örtüleri, dantelleri arada bir çıkarıp hayranlıkla seyrederdik ablamla. Yıllar sonra, "eskiye rağbet" arttıkça ve el işleri "moda" olup değerlendikçe, bu örtüler de gizlendikleri karanlık sandıklardan günışığına çıkıp evimizin duvarlarını süslemeye başladı. Özellikle, ipek böceği kozaları üzerine işlediği ve yedi yılda tamamladığı olağanüstü güzellikteki bir levha (tablodaki çiçek figürlerini aslına uygun yapabilmek için, her mevsim sabırla sözkonusu çiçeklerin açmasını beklediği anlatılır), bizim yaşantımıza tanıklık etti asılı olduğu duvarda.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.