Blogdan Al Haberi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yazılı basın her anlamda küçülmeyi sürdürür ve Wikileaks olgusu gazeteciliği yeniden tanımlarken gazeteci-yazar Zeynep Atikkan ve akademisyen Aslı Tunç, bu ortak çalışmalarında siber aleme ilişkin şaşırtıcı tespitlerini hızlı ve çarpıcı bir dille aktarıyor. Blogdan Al Haberi, dijital devrimle gelen değişimi ve bu baş döndürücü sürecin dışında kalanların yaşam alanlarının ne kadar daralacağını gözler önüne seriyor. On yılını geride bakan blog âleminin izinde Atikkan ve Tunç, ABD’den Mısır’a, Türkiye’den Endonezya’ya uzanan geniş bir yelpazeden dünyanın en ünlü blogcularıyla ve dijital medya uzmanlarıyla birbirinden ilginç söyleşiler yapıyor ve bu yeni medya ekosistemini anlamaya yönelik analizlerini dünya ölçeğinde bir yaklaşımla sunuyorlar. Konusunda bir ilk olma özelliğini taşıyan bu çalışma, gazeteciliğin nereye doğru gittiğini, dijital eylem ve sanal demokrasi kavramlarını ve blogların ekonomik boyutunu sosyal medya olgusunu gözden kaçırmadan ele alıyor. Bu kavramlara geniş bir perspektiften bakan Blogdan Al Haberi, Türkiye’de sanal alemin içinde bulunduğu durumu da analiz ederken ortaya çıkan tablonun dramatik sonuçlara yol açabileceğine vurgu yapıyor. Son derece akıcı bir üslupla yazılan, her cümlesiyle düşündüren ve ufuk açan Blogdan Al Haberi, en tepesinden en alt kademesine yazılı basın mensuplarının, iletişim öğrencilerinin, siyasetçilerin ve toplum bilimcilerin asla kayıtsız kalamayacağı bir eser.

Blogcuların Kapısını Çaldığımda...

Haberi blogdan alacağım aklıma gelmezdi ama başıma geldi. 2006 yılında yayımlanan Amerikan Cinneti adlı kitabımın araştırma safhasında hep bloglara yönlendim. Yönlendirildim. Farklı haber ve yorum sanal dünyada idi. Amerikan Cinneti’ni yazarken elinizdeki kitabın rotası çoktan çizilmişti. Zaten şu satırları yazmıştım: “Blogların modern medya çağının yeni bir aşaması olduğu tartışılmaz. Haberin ve çevresindeki tartışmanın geniş kitlelere ulaşmasında bloglar ve internet siteleri artık belirleyici rol oynamaktalar. Bloglar, bilgiyi kontrol etme gücüne sahip olan büyük medyayı da zorluyorlar. Bilgi örtbas edilemiyor. Burası teknolojinin demokrasiyle buluştuğu bir âlem. Henüz işin başı. Henüz her şey son derece karmaşık. Zaten bu âlemin özelliği birleştirici değil, aksine savurucu ve kutuplaştırıcı olması, ama yarınlar, bireyin kendisini ifade edebildiği ve sansürün hiçbir türünün diş geçiremediği siber âlemde şekillenecek.”
Sansürsüz siber âlem konusunda bugün o kadar umutlu değilim. Dijital dünya günden güne yeni tekellerin iştahını kabartıyor. Eski medya ile yenisi arasındaki kavganın doğrusu pek ciddiye alınacak tarafı yok. Esas önemsenmesi gereken olgu, yeni medya şirketlerinin pazara hâkim olmak için kendi aralarında verdikleri kıran kırana mücadelede. Günümüzde bloglar ve internet siteleri dijital evrenin sunduğu özgürlük ortamını doyasıya kullanıyorlar ama bu cümbüş bakalım daha ne kadar devam edecek? Blogcuların ve web yöneticilerinin etkileri arttıkça eski medya gazetecisi ve yöneticisinin hastalıklarına yakalanacaklar mı? Bugün bir devrimden söz ediliyorsa, bunun yarattığı imkânlara sahip çıkmak ve onları geliştirmek, internet çağında herkese düşen bir yurttaşlık görevi.
Blogdan Al Haberi’nin kurgusu dijital çağın bireye ve yurttaşa sunduğu yeni imkânları anlatmak üzerine kuruldu. Perde politik bloglarla açıldı. Sanal âlemi ve blog dünyasını anlatmanın gazetecilik olduğunu düşündüğüm için birçok ülkede blogcuların kapısını çaldım. Kapılar genelde kolay açıldı. Görüştüğüm her blogcu ısrarla gazeteci olmadığını ifade ediyordu. Gazeteci-blogcu farkına yapılan vurgu sanki aramızdaki mesafeyi de tayin ediyordu. Küçücük çalışma mekânlarından on binlerce insanla iletişim halindeki bu heyecanlı, çalışkan, gergin, kararlı genç insanlar farklı bir iletişim diliyle konuşuyorlardı. Onlar için önemli olan paylaşımdı. Karşılıklı konuşma idi. Tutkuyla yazmak, bir kampanyayı sahiplenmek, gelen tepki ve eleştirilerden beslenmek heyecan vericiydi. Çok garipti, özellikle eleştirilmek ve böylece iletişime geçmek istiyorlardı. Bloglara yaklaştıkça bir toplumun nabzını tutmak için blogları izlemek gerektiğine inandım. Hele de milyonlarca blog arasından süzülüp sürekli izlenen, neredeyse kurumlar kadar güçlü, donanımlı ve özgüvenli kişilere ait bloglar... Bu kitabın araştırma safhasında en renkli kişilere, kendini ispat etmiş blogların hazırlandığı mütevazı bürolarda rastladım. Neredeyse derme çatma denebilecek mekânlardaki heyecan ve tutku bana 12 Eylül 1980’in baskı ortamında, Günaydın gazetesinde, bugüne kadar gazetecilik duruşlarından ödün vermemiş meslektaşlarımla paylaştığım ortamı anımsattı. Blogcular, yüz binler tarafından ‘tıklandıkları’ için iftiharla karışık bir sevinci yaşıyorlardı. Son derece mütevazı koşullarda hazırlanan Günaydın gazetesinin bir milyona varan tirajı da bize benzer duyguları yaşatırdı.
Dijital âlemi keşfetmeye çıktığımda medya harabeleriyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Avrupa ülkelerinde gazetelerin zorda olduğuna dair bir işaret yoktu. ABD ise kâğıtsız bir medyaya doğru yol alıyordu. Ancak Batı demokrasilerinde eski medyanın içyüzünü didiklediğimde pek çok ülkede geminin su aldığını fark ettim. Avrupa medyasının yöneticileri başlarını kuma gömmüşlerdi, gazetelerde çalışanlar ise bedbahttılar.
Bu bedbinlik ne anlama geliyordu? Bloglar gazetelerin yerini mi alıyordu? Hayır. Gazeteleri yaka paça rekabete mi sürüklüyordu? Evet. Hatta rekabete sürüklemekle de kalmıyor, kendilerini yeniden yaratmaya zorluyordu.
Blogcular ve dijital dünyanın düşünürleriyle yaptığım görüşmelerden şu sonuca varmak zor olmadı: Önümüzdeki yıllarda, dünyada internete bağlanan nüfusun sayısı çoğaldıkça, bugünkü sosyal, ekonomik ve politik kurumlar ve dengeler büyük çapta değişime uğrayacak. Görüştüğüm genç blogcular değişimin çoktan başladığına inanmışlardı. Birçok yönden haklıydılar. Bazı gelişmeler artık gözle görülüyordu. Düne ait bazı güç tanımları, iktidar sahipliği zamanaşımına uğruyordu. Örneğin, Berlusconi türü medya patronları kendilerini hâlâ büyük medya imparatoru sanarken televizyon izleme oranları düşmüş, otuz yaşın altındakiler para verip gazete almamaya başlamışlardı. İnsan kendisine sormadan edemiyordu: Satmayan bir malı üreten işadamı olur mu? Bu soruları kendisine sormuş olacak ki, eski medyanın medyatik patronu Rupert Murdoch da şöyle diyordu: “Gazeteler, yayın hayatına başladıkları günden beri okurun istediği haberleri verdikleri için geliştiler. Bugünkü çöküşün nedenini teknolojiye yüklemeyelim. Müşterisinin istemediği yemekleri yapan bir restoran gibi biz de çöküyoruz.”2
Bloglara gelince, onlar her müşterinin talebine yanıt verecek kadar çeşitliler. Bunun adı gazetecilik mi? Elbette hayır. Ancak rüştünü ispat etmiş olan bloglar, geleceğin medyasını şekillendirecek birikime sahipler artık. On yıldan beri ortalıktalar ve olgunluk çağına ulaştılar. Zaten şu sıralarda çocukları Twitter’ı büyütmekteler. Son söyleşimi yaptığım blogcunun bürosundan ayrılırken, elinizdeki kitabın ana fikri zihnimde oluşmuştu: Bloglar azımsanmayacak kadar önemli, abartılı sonuçlar çıkartılmayacak kadar da problemliler. Bu sonuca varmamda, kitabın diğer yazarı Doç. Dr. Aslı Tunç’un bilimsel derinliği ve soğukkanlılığının payı çok büyük.

Z. A.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.