Biraz Kuşlar, Azıcık Allah

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

"Biraz Kuşlar, Azıcık Allah" adından da anlaşılacağı gibi, çocuksu cinliklerle dolu ama yazınsal derinlikleri olan bir ilk kitap... Gökhan Yılmaz’ın, dili bir oyun hamuruna çevirdiği, yineleme ve yankılamaya dayalı sessel çağrışımları kovalayarak anlam ürettiği öykülerden oluşuyor. Yazınsal göndermelerdeki keskin ironi, tam uç verdiği yerde öykülemeyi reddeden, kurmacayı sabote eden anlatım metne bambaşka katmanlar ekliyor. Kısacası, oyunbaz bir dil, zekice karikatürize edilmiş kişiler, kıvrak bir anlatım... Öykücülüğümüze kendine özgü bir yaklaşım getiren genç bir yazar...

sargılı öykü,
bana kalbin kadar bu temiz/bana bu kalbin kadar temiz/bu temiz kadar kalbin/sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim. beni altında bıraktığın bu zan yükü için de sana minnettarım. modern öykünün bana verdiği itkiye dayanarak (her türlü edebiyat işleriniz itina ile yapılır) seni elimden geldiğince kırıp, bozup, buruşturup suratına bakılmaz hale getirmeye çalışacağım. amacım sıradışkı bir öykü yazmak. umarım boşalabilirim. bu çiziktirmeleri bu kalbin bu kadar bu temiz bu beyaz bu sayfaya yaptığıma göre, bana dua edeceğinden şüphem yok. (hasıl olan mübahı cümle geçmiş kurguculara – bilhassa katherine mansfield’a, flannery o’connor’a, truman capote’a, kurt vannegout’a – irili ufaklı şairlere, vesairelere – bizden de samipaşazade sezai ile ç.t. arasında her ne kadar öykücü gelip geçmiş ise – her birinin ruhlarına ayrı ayrı hediye eyledik, ulaştır ya rabbi!). arkamdan su dökmeni falan da isteyebilirdim ama modern bir öykünün içinde olduğumuzu unutmamalıyız. kendini şefkatli kollarıma bırakmanı talep ediyorum. gereğinin yapılmasını tarafınızdan arz ederken bizim tarafımızdan da rica ve arz ve rica ve ederim. yapraklarından öpüyorum.
sargılı ve sanrılı yazarın ç.t.

not: kıymet beyanında bulunulmamıştır. kıymetsiz dokümandır.

“Çocuğum bana sorunca ‘Baba sen ne mezunusun?’ diye, ona, ‘Anaokulu mezunuyum, oğlum’ diyeceğim” dedi, bir çocuk, kahkahayla. Küçüktü kahkahası. Anaokulu çağında. Sargılarımın arasından duydum onu. Hiçbir yere kıpırdayamadığım, hiçbir şeyi değiştiremediğim yatağımdan.

İşte babam böyle kendi kendine konuşurken birden girdim içeri. At dölüsü gibi yatıyordu yatağında. Sargıdan bir topal at.
Peki, baba, dedim, sen ne mezunusun?
Babam, hayat üniversitesi, dedi önce. Ama mezun değilmiş hâlâ. Alttan bir sürü dersleri varmış. Ölünce iyi ya da kötü mezun olurmuş artık. Ne de olsa özel üniversiteymiş. Herkese özel.
Hangi fakülte, diye sordum.
Ben-Edebiyat Fakültesi, dedi. Hiç yabancı gelmedi bana.
Ama baba, dedim, sen hiç okula gitmiyorsun, ben görmüyorum hiç?
Açıktan okuyorum artık, oğlumevladım, dedi. Oğlum,la evladım,ı bir arada kullanınca kızmış demektir.
Anlaşılan babam sandığımdan da tembel. Annemle de orada, hayat üniversitesinde mi tanıştınız, baba?
Evet, oğlum, dedi. O burslu okuyordu ama, ben kurssuz. Annenin durumu daha iyiydi. Cocacolazadelerdendi zaten. Hayatta kendine ait bir yeri vardı. Yani hocaların gözünde falan. Adını epey duyurmuştu. İsim kredisi vardı anlayacağın. Ben de post makinesi gibi geziniyordum ortalıkta. Sürtünecek yer arıyordum. Aslında güzeldi de. Saç dekoltesi, göğüs rekoltesi fena değildi. Buram buram beden kokuyordu. Affedersiniz ama taş gibisiniz, demiştim bir gün. Gülmüştü. Ama sanırım hiç affetmedi. Ben aslında anneni hak etmiyordum ama otomasyon icabı evlendik işte, dedi. Derin bir uff çekti. Yani hak ettiysem bile annen olmamışken hak ettim. Annen, ne zaman ki annen oldu, ben kendimi haksız buldum. Kim olmadığımdan hiç bu kadar emin olmamıştım.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.