Bir Şehzadenin Hâtırâtı Vatan ve Menfâda Gördüklerim ve İşittiklerim

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Osmanlı şehzadesi Ali Vâsıb Efendi, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Bir Şehzadenin Hâtırâtı Vatan ve Menfâda Gördüklerim ve İşittiklerim kitabında vatanından uzakta geçen yarım yüzyıllık sürgün hayatını anlatıyor. Kitapta sürgündeki Osmanlı hanedanı üyelerinin yaşamlarına da ışık tutan Ali Vâsıb Efendi, vatanındayken yaşadığı saltanat dönemini ve sonrasındaki sürgün hatıralarını yazan tek şehzade.

Bir Osmanlı şehzadesinin çocukluktan gençliğe yaşamını ve sürgün yıllarında Osmanlı hanedanı üyelerinin hayatlarının anlatıldığı bu kitap, tarih yazınımıza önemli bir katkı.

Sevgili babam ne bir yazar, ne de bir tarihçiydi; 60’lı yaşlarına geldiğinde, Osmanlı harfleriyle hatıralarını kaleme aldı. 1961’den 1972’ye kadar süren on bir senelik yazma süresi içinde, geçmişine dönüp elli sene öncesine varan hadiseleri nakletti. Doğduğu 1903 senesinden başlayarak yarım asırlık bir dönemi ihtiva eden hikâyesi 1950’lerde son buldu. Ben de şimdi, kendisi yaşasaydı 100 yaşında olacağı bu günlerde, bu satırları yazmaya başlıyorum.
Babam vatanında saltanat dönemi ve sonra sürgün hatıralarını yazan tek şehzadedir. 1983’te vefat ettiğinde, Osmanlı devletinin son senelerini memlekette yetişkin olarak geçiren hiçbir şehzade artık hayatta kalmamıştı. Hatıraları bu bakımdan da mühimdir. Filvaki yaşları en yakın olan babamdan genç diğer beş şehzade babamdan önce vefat etmişlerdi. Sürgüne gönderildiklerinde babam 20 yaşını geçmiş bir delikanlı idi ve aile reisi olarak yerine geçecek olan Mehmed Orhan Efendi ise o tarihte  14 yaşında bir çocuk idi.
Ben 1958 sonbaharında Mısır’dan ayrılıp tahsilimi sürdürmeye İngiltere’ye gittikten sonra, babam hatıralarını 1935’ten beri ikamet ettiği İskenderiye’de yazmaya başlamış. Hatıralarını yazdığını duyan bütün tanıdıkları kendisinin böyle bir teşebbüste bulunacağını hiç beklemediklerini bildirdiler. Hatıralarını bana ithaf etmesine rağmen, babam onları bana teslim etmedi; hayattayken hatıralarını okuttuğu tek kişi de annem oldu. Babamın vefatından sonra, hatıraları annem kendi vefatına kadar Mısır’daki evinde muhafaza etti.
Kitabı yayına hazırlamak için bazı olayların kronolojisini düzeltmek amacıyla malzemeyi tertibe soktum. Yabancı kişi ve yer isimlerini çözdüm. Kitapta kullanılan unvanlara ışık tutmak ve Osmanlı sülalesinin ananelerini ve âdetlerini perspektife oturtmak için babamın yazdığı “Tarihî Geçmiş ve Usul-i Saltanat” ile “Lakaplar” bölümlerindeki ayrıntılı ifadesini özetledim.
Kitapta bahsi geçen bazı vakalarla alakalı belgeleri Ekler bölümünde topladım. Okuyucunun bu kitapta sözü geçen kişilerin bütün Osmanlı hanedanı çerçevesinde aralarındaki irtibatı anlayabilmesi için, kitabın sonuna Osmanlı Hanedanı ve Şecereler bölümünü ekledim. Bunlar, sülalenin şahısları hakkında bazı temel vakıaları da bildirmektedir.
Kitabın aile ferdleri açısından çok geniş bir yelpazesi olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum: 1924 Martında sürgüne gönderilen aile âzâları ve mensuplarının listesini de kitaba koydum ve bu listedeki 37 şehzadenin 35’i ve 42 sultanın 38’i babamın hatıralarında yer almaktadırlar. Metne eklenen dipnotlar ile fotoğrafların seçimi ve alt yazıları da benimdir.
Osmanlı harflerini, özellikle de el yazısını yeterli derecede okuyamadığımdan, İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’nden Seyyid Ali Kahraman Bey’in yardımına başvurdum. Orijinal metni Latin alfabesine büyük bir başarıyla çevirdiğinden kendisine ebediyyen müteşekkirim. Ayrıca sevgili arkadaşlarım İlter Doğan, Nihat Özbudun  ve akrabam Profesör Edhem Eldem’e de bana sağladıkları değerli yardımları için müteşekkirim. Bu kitapta kullanılan fotoğrafların büyük çoğunluğu benim arşivimdendir. Ancak akrabalarımdan birkaç tane ve IRCICA’dan iki resim kullandım, buna imkân verdikleri için onlara minnettarım. Ayrıca, bu kitabın yayımlanmasında emeği geçen bütün Yapı Kredililer’e teşekkür ederim.

Osman Osmanoğlu


 
MUKADDİME


Tarihî Geçmiş ve Usul-i Saltanat

Memleketime ve diyâr-ı gurbete ait hatıralarımı yazmağa karar vermemin en mühim sebebi, sevgili oğlum Osman Selaheddin’in memleket ve menfâdaki hayatıma vâkıf olması ve yarım asırlık bu müddet zarfında Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerindeki vekâyiin ve ailemizin bu müddet zarfında geçirdiği hayata vâkıf olmasına matufdur. Şahsîyata girişmemeğe, objektifâne bahsetmeğe gayret edeceğim. Her hususda düşündüklerimi açıkça yazacağım ve hissiyâtıma kapılmamağa gayret edeceğim. Hatıralarıma başlamadan evvel 625 sene devam eden hanedanımızın ne süratle imparatorluğu kurduğu ve makâm-ı hilâfeti de ele alarak memlekete ve İslamiyete ettiği hizmetleri ve bilâhare inhitâtı esnasındaki vekâyiden ve ailemizin âdât ve ananâtından bahsetmeği faydalı addediyorum. Osmanlı Devleti kuruluş tarihi olarak kabul edilen 1299’dan Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin’in memleketten ayrıldığı 1922 senesine kadar, Osmanlı toprakları hanedanın kurucusu Osman Gazi’nin erkek neslinden 36 Padişah tarafından devamlı bir şekilde 600 seneden fazla bir müddet hüküm sürdü. Bu hususda Osmanlı hanedanı Avrupa tarihinde yegâne bir numune olmuştur. Avrupa’da hüküm sürmüş hanedanların hepsinde, muhtelif zamanlarda, hanedanlarının devamını sağlamak için, kadın yoluyla neslin intikaline teşebbüs etmişlerdir.
Bani-i devlet Sultan Birinci Osman’dan Birinci Sultan Ahmed’e kadar, babadan oğula 14 Padişah gelmiştir. Saltanatın babadan oğula geçtiği bu müddet 318 sene sürmüştür. Dinimiz ve ananemiz icabı ailenin en yaşlısı, reisi olarak kabul ve hürmet edildiğine göre, Hilâfet makamına Sultan Ahmed-i Evvel’in ihdas ettiği usul daha müreccah görülmüş. Bir de Sultan Ahmed-i Evvel 27 yaşında vefat ettiğinde, oğulları tahta geçmek için pek genç olduklarından ve bazı eslafı gibi kardeşinin canına kıymamış ve hayatını bağışlamış olduğundan, Birinci Mustafa 1617’de Padişahlık makamına getirildi. Bu tarihten itibaren Osmanlı tahtı, hanedanın en yaşlı şehzadesine intikal etmiştir. “Ekber ve erşed” [yaşça daha büyük ve reşit] diye bilinen bu usule göre babası padişah olmamış olsa bile bir şehzadenin tahta geçmesine bir manî bulunmamaktaydı. Bu değişikliğe rağmen takip eden 300 sene boyunca hüküm sürmüş olan 22 Padişahın hepsi, saltanatı babalarından doğrudan devralmasalar bile Padişah çocukları olmuştur. Bu gelenek günümüzde de hanedan reisinin tesbitinde hâlâ kullanılmaktadır. Bundan dolayı Padişahların ancak yaşlı olarak tahta cülûs ettiklerinden, kuvve-i iradeden mahrum bir vaziyette olduklarına şek ve şüphe yoktur. Bu suretle cenklerde ordularının başlarında bulunamamışlardır. Maamafih yine arada bir gelen cengâver, faal ve genç Padişahlar bilfiil seferlere iştirak etmişler ve büyük kahramanlıklar da göstermişlerdir.
 İslamiyetin bidâyetinde Hilâfet şartı intihab idi. Bu şart değişmediği halde Araplardan Emevî ve Abbasî hanedanları zamanında bu ailelerden Halifeler gelirdi. Bilâhare Osmanlı hanedanı Sultan Selim zamanında hilâfeti Araplardan aldığında yine böyle devam etmiş. Saltanat makamında bulunan Osmanlı hükümdarı 400 seneden fazla aynı zamanda Halife olmuştur. Hilâfet şartlarından biri de kuvvetli ve askere malik olmasıdır. Ancak saltanat haklarından mahrum edilen ailemizin son halifesi Abdülmecid Efendi, ailemizin ekber ve erşedi olarak, tâ bidâyetteki gibi, intihab usulü ile hilâfet makamına getirildi. Dinimiz icabı Padişahlar tarafından, Hıristiyan hükümdarlarda olduğu gibi tac gibi mutantan şeyler haram görülerek kullanılmamış, ancak hanedanımızın bayrağı, tuğrası ve arması olmuştur. Osmanlı devletinde büyük ailelere şecerelerini tasnif etmek ve bunlara derece derece lakaplar verilmesi de âdet olmamıştır.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.