Bir Beyoğlu Düşü - Berlin’de Sanrı - Kanallar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Demir Özlü’den üç anlatı bir arada...

Demir Özlü’nün üç anlatısı "Bir Beyoğlu Düşü" (1985), "Berlin’de Sanrı" (1987) ve "Kanallar" (1991) YKY’de tek ciltte toplandı. Öykü ve romanlarıyla tanıdığımız 1950 Kuşağı’nın önde gelen yazarlarından Demir Özlü, 1980’lerde yazdığı bu novellalarla kendi anlatı dünyasının yetkin örneklerini vermişti.

Gençliğin bunaltılı erotizmiyle dolu Beyoğlu, Kleist’ın izinde Wannsee’de yaşanan şiddetli aşk, Kierkegaard’a yaslı yaşam-ölüm, aşk-cinsellik sorunlarının deşildiği Amsterdam… Özlü, anlatılarında düşlerin izini sürerken bir yandan da melankoli desenliyor. Üç anlatı bir arada okunduğunda birbirine sıkı sıkıya bağlı oldukları, ortak bir duyguları besledikleri görülüyor.

Başımdan bütün bu tuhaf olayların geçtiği gençlik yıllarından bu yana, denizleri çeşitli yönlere açılan, yumuşak tepeleriyle bütün o Boğaz’la Haliç çevresine uzanan, gizemli İstanbul kentinde, hiçbir yer beni Tünel Alanı kadar ilgilendirmemiştir. Yaşamımın değişik dönemlerinde, bu alanın benim için taşıdığı anlamı kavrayabilmek için hep oraya gittim, o alana baktım, oradan uzakta olduğum zamanlarda da yaşattım onu imgelemimde; yağmur altındaki alanı düşledim. Karaköy’den tünele binip Metro Han’ın yukarısındaki kapısından çıktığımda önümdeki küçük alana, her defasında, şaşırarak baktım. İstanbul’dan uzaklarda, yıllar sonra, Kuzey Avrupa’nın dümdüz toprağı üzerinde, büyük ağaçlar altında bir kuzey evinde otururken de bırakmadı o alan ardımı benim. İmgesini sık sık zihnimin içinde buldum, üçüncü kattaki odada gezinirken de, yarı uykulu yatağın üzerine uzanmışken de, bahçedeki ağaçlara bakan pencerenin önünde düş görürken de yalnız bırakmadı bu alan beni.
Şimdi, bir bölümü hapislerde, bir bölümü de sürgünde geçmiş uzun yaşamımın bu yaşlılık döneminde de ansıyorum onu. Yeniden oraya dönmek istermişim gibi bir duyguya kapılıyorum. Gençliğimin bütün korku ve bunalımlarını yaşadığım yağmurlu, karanlık İstanbul’unda, genişçe bir yoldan pek de büyük olmayan o alanın, asfaltlanmış toprağı üzerine basmak istiyorum sanki. Öyle sanıyorum ki, beni bütün gençlik yılları boyunca yoldan çıkaran, duygularım ya da tedirginlik üzerinde kurulu kişilik yapım değil de, o alandan başlayarak, çeşitli yörelere, dar ya da geniş yollarla, geçitlerle, merdivenlerle yayılan, çetrefil sokaklarıydı o kentin. Ama öte yandan, ne denli karmaşık duygular içinde olursam olayım, olup bitende o kentin kuruluşunun payını ne denli abartırsam abartayım, bütün o gençlik dönemimde başıma gelenleri, gene de kendim seçtim sanıyorum. Evimi bırakıp, Tünel Alanı’nın çok yakınında, hemen Tünel Pasajı’nın ardındaki sokakta tuttuğum eski, köhne bir evin en üst katında oturmayı da seçtiğim gibi.

Karaköy’den gelen tünelden inip, yukarıda Metro Han’ın kapısındaki gölgeli çıkıştan çıkıp, karşıdaki eski yapının altındaki Tünel Pasajı’nı geçerek arka sokağa varınca, hemen sağda, karşıya düşüyordu, oturduğum yapı. Geniş kapısının biraz ötesinde, bira satılan geniş barıyla Fischer Lokantası vardı. Lokantanın kapısı önündeki sokak, on metrelik bir uzunlukla Tünel Alanı’na, alanın genişlediği yere uzanıyordu. Orada taksiler durak yaparak yolcularını indirirler, karşı kaldırım üzerindeki duraktan da Şişli’ye, Kurtuluş’a, Harbiye’ye giden tramvaylar kalkardı. İşte o sokakta, eskimiş merdivenlerin tahta tırabzanlarına tutunarak çıktığım bir beşinci katta oturmaya başlamıştım. Daracık sokağı, altında Tünel Pasajı’nın olduğu, Fransız mimarların, geçen yüzyıl ortalarında yaptıkları büyük yapıyı gören bir evde.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.