Atomlara ve Galaksilere İlişkin Yazılar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Hubert Reeves, galaksilerden kara deliklere, güneş sisteminden Büyük Patlama’ya dek, evrenimizle ilgili pek çok “ağır” konuyu, bilimselliğinden ödün vermeden açıklıyor.

"Atomlara ve Galaksilere İlişkin Yazılar", bizi yaratan bu evrenden söz ediyor. Nereden geldiğimiz sorusuna yöneliyor doğrudan: Nereden geliyoruz ve ne oldu da varolabildik?”
?Hubert Reeves

Atomlara ve Galaksilere İlişkin Yazılar, 2005’te yayımlanan Gökyüzü ve Yaşama İlişkin Yazılar’ın devamıdır. Bu iki kitap da 2003’ten 2006’ya kadar France Culture’de yayımlanan haftalık yazılarımdan oluşur.

Ele aldığımız konular (Blaise Pascal’ın deyişiyle) “sonsuz büyükten” başlayıp “sonsuz küçüğe” kadar gidiyor; yani bütünü içinde evrenden nötrinolara ve kuarklara kadar. Bu yolculukta bilgilerimizin bugünkü düzeyine gelmesini sağlayan Einstein, Dirac, Pauli, Planck ve benzeri büyük bilim adamlarının dahice sezgilerinden de söz edeceğiz elbet.

Klasik fizik açısından beklenmedik, bir o kadar da alışılmadık unsurları da –karşıt madde, kara delikler, karanlık madde ve karanlık enerji (ikisi için karanlık yerine kayıp da deniyor)– ele alıp tartışacağız burada. Bunların varolduklarını nasıl kesin olarak söyleyebiliyoruz, göstereceğiz.

Konuları nasıl ayıracağımıza (hangi konuların başta, hangilerinin sonda olacağına) karar vermek çok zor oldu, çünkü fark ettik ki, çoğu durumda konular birbirine bağlı. Anlayacağınız, çağdaş bilimin en büyük buluşlarından birinin bilincine varacağız hep birlikte: Her şey birbirinin içindedir. Örneğin nötrinolar; o kadar belirsizdirler ki, gerçekten varolduklarından bile kuşku duyulmuştur uzun zaman. Oysa bugün hem fiziksel hem de evrenbilimsel bakımdan büyük bir önem kazanmışlardır, hatta varlığımızda belirleyici bir rol oynadıklarını bile söyleyebiliriz. İkinci bir örnek olan ve çocuk balonlarını şişirmekte kullanılan helyum da evrenimizin ilk dakikalarına kadar geri gitmemizi sağlar. Son derece ender görülen karşıt madde ise çok daha eski zamanları keşfetme umudu verir.

Ne kadar dikkat etsem de yaptığım bölümlemenin biraz keyfi olduğu bilinciyle, yer yer konuyu tamamlayan ya da aynı konuya bağlanan yazılara göndermeler yaptım. Bazı yazılarda kitaptaki metin dışı resimlere de göndermeler yaptım.

Atomlara ve Galaksilere İlişkin Yazılar, bizi yaratan bu evrenden söz ediyor. Nereden geldiğimiz sorusuna yöneliyor doğrudan: “Nereden geliyoruz ve ne oldu da varolabildik?” Daha önce yayımlanan Gökyüzü ve Yaşama İlişkin Yazılar ise nereye gittiğimiz sorusuna yönelmişti: “Kendi kendimizi yok etmemek için nasıl davranmalı?” Bizi hem geçmişe hem de geleceğe götüren bu iki soru da çevreye ilişkin kaygılarımız çerçevesinde birbirine bağlanır.

Evren Sonsuz mu?

İnsanlar gözlerini yukarı kaldırıp yıldızlı gökkubbeye bakmaya ne zaman başladı? Ne zaman gökte ışıklar olduğunu fark ettiler? Hiç kuşkusuz daha ilk zamanlarda şu türden soruları sormuşlardır birbirlerine: “Nasıl oluştu bunlar? Ne kadar uzaktalar?”

Eski Yunan filozofları bu gizemli nesnelere ev sahipliği yapan uzayın boyutu hakkında epey tartışmışlardı. Hatta birbirine karşıt iki düşünce okulu bile gelişmişti. “Apolloncu” adı verilen birincisine göre evren kesinlikle sonluydu, olmuş bitmişti: Güzelliğin ve dengenin tanrısı Apollon pek doğal olarak ona uyumlu bir boyut vermişti, hatta adı kozmos sözcüğüyle ifade edilir olmuştu (çok yakından bildiğimiz ve güzellik ürünleri için kullandığımız “kozmetik” sözcüğünün kökeni). Sonsuzluk ve tabii ölçüsüzlük kozmosun bir özelliği olamazdı. Buna karşılık Dionysos’un hayranları ve adına düzenlenen bin bir çeşit taşkınlıklarla dolu şölenlerin yandaşları, sonsuz evren, oluşumu sona ermemiş bir evren iddiasını savunuyorlardı, çünkü aşırılıklara olan düşkünlüklerine daha uygundu bu görüş.

Ortaçağ’da Aquino’lu Aziz Tommaso’nun teolojisine –Hıristiyan dünyasının başvuru kaynaklarından– göre, yalnızca Tanrı sonsuzdu, dolayısıyla evren Tanrı’nın yarattığı bir şey olarak sonsuz olamazdı. Ama kimi düşünürler aynı fikirde değildi. 17 Şubat 1600 tarihinde Giordano Bruno, Sonsuzluk, Evren ve Dünyalar Hakkında başlıklı bir eser yayımladığı için (başka sapkın düşünceleri de vardı elbette) Roma’daki Campo dei Fiori meydanında bir odun yığını üzerinde yakılmıştı. Kışkırtıcı ruhuyla zamanın din otoriteleri için kabul edilemez sözler söylerdi: “Sizin Tanrınız sonsuz bir dünya yaratamadı mı? Yazık... benimki yarattı ama.” Çok fazla ileri gitmişti.

Elde gözlem verileri olmadığından, tartışmaya duygular, felsefi görüşler ve dinsel tercihler egemen oluyor, taraflar gitgide daha sert konumlar benimsiyordu. XVII. yüzyılda gökbilim alanında yaşanan gelişmeler sorulara yeni boyutlar getirdi. Evrensel kütleçekim kuramı insanın evrene dalıp Ay’ın Dünya çevresindeki, gezegenlerin de Güneş çevresindeki hareketlerini anlamasını sağladı. Ama Newton’ın bu kurama uzak yıldızların dünyasını da katma çabaları ne yazık ki sonuç vermedi. Güneş sisteminin ötesi hâlâ insan algısına karşı gelen yıldızların gizemine açılıyordu.

1917’de Einstein, uygulama alanı bütün evreni ve içerdiği maddelerin tamamını kapsayan genel görelilik kuramını geliştirdiğinde (Y-41)1 her şey değişti. Kozmosun boyutu meselesini bilimsel temellere oturtabiliyoruz artık. Bu kuram, soruya kesin bir yanıt vermese de (çünkü kuramı gözlemlerle tamamlamak gerekiyor), evrenin sonsuz olabileceğini söylüyor. Oysa Einstein bu fikre pek sıcak bakmamıştı. Evrenin genişliyor olabileceği fikrine ise bütünüyle karşı gelmişti; defalarca açıkça söylemişti bunu. Neden? Apolloncu estetik anlayışı etkisinde mi kalmıştı yoksa? Uzun bir direnişten sonra evrenin genişlediği gerçeğini ve sonsuz bir evrenin varolabileceğini kabul etti.

  • Dr. Cem YILMAZ

    08.10.2017

    Kişisel gelişim, 21. yüzyılda bugün konuşulan ama yakında hayatın parçası olacak terimler için bir sözlük niteliğinde, ayrıca kolay anlaşılır ve son derece akıcı bir kitap. Yeni baskısını bekliyoruz.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.