Karşıt Hayat

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Philip Roth, “alter ego”su Nathan Zuckerman’ın her bölümde baştan kurguladığı “Karşı Hayatlar”ın dökümüyle karşımızda bu kez.

Yerleşik düzenlerinden kaçma hayaliyle yetinmeyip yaşamlarını ne pahasına olursa olsun yenilemeye soyunanların romanı "Karşıt Hayat". Değişmeyeceği öngörülen kaderlerini yepyeni bir yola sokmak için canlarını ortaya koyanlar onlar. Gerçekliğin sunduklarının ötesine geçip, kaderlerini tersine çevirecek alternatifin çekimine kapılanlar. Geçiş dönemlerindeki karakterlerin deneyimlerini farklı ihtimallerle tekrar tekrar kurgulayan, bizi kimi tanıdık kimi yabancı, birbirinden farklı atmosferlere taşıyan yazar Nathan Zuckerman, bireyin talihini değiştirmek uğruna, insanlığın ise tarihi yeniden yazmak için verdiği mücadeleyi müthiş bir kıvraklıkla işliyor. New Jersey’de bir dişçi muayenehanesi de olabilir bu kavganın sahnesi, geleneksel bir İngiliz köyü yahut Londra’da bir kilise, hatta Batı Şeria’da küçücük bir yerleşim bölgesi de. Roth’un yazma eylemine ilişkin yorumu diyebileceğimiz "Karşıt Hayat"ın birbirini imkânsız kılan her bir bölümü, bir yazarın eserini kurgularken ne çok fikri eleyerek yol aldığını gösteriyor okura, bir açıdan da yaşamın çelişkiler ve uyuşmazlıklarla dolu yapısını yansıtıyor.

Aile hekimi rutin sağlık kontrolü sırasında Henry’nin EKG’sinde bir anormallik tespit ettikten sonra, derhal kalp damarlarının kateterle görüntülenmesiyle hastalığının ne kadar ciddi boyutlara ulaştığı anlaşılınca ilaç tedavisine başlanan Henry o günden bu yana ilaçlarla tedavi edilebilmiş, iş ve ev hayatını tıpkı eskisi gibi sürdürebilmişti. Doktorunun ileri derecede damar tıkanıklığı olan hastalarda görmeye alışık olduğu göğüs ağrısı veya nefes darlığı türünden şikâyetleri dahi yoktu. Olağan dışı bir şey olduğunu ortaya çıkaran rutin tetkiklerden evvel herhangi bir belirti göstermediği gibi, ameliyat olmaya karar vermeden önceki yıl boyunca da sağlığında bir değişiklik olmamıştı; durumuna istikrar kazandıran ve kalp krizi riskini büyük ölçüde azaltan ilaç tedavisinin berbat yan etkisi dışında.

Sorun, ilaca başladıktan iki hafta sonra baş gösterdi. “Bin kere duydum bunu” demişti kardiyolog, Henry başına gelenleri anlatmak için telefon ettiğinde. Henüz kırklı yaşlarına bile gelmemiş, Henry gibi başarılı, enerji dolu bir profesyonel olan doktor son derece anlayışlıydı. Beta blokerin dozunu elinden geldiğince azaltarak öyle bir noktaya getirecekti ki, ilaç hem Henry’nin damar hastalığını kontrol altında tutmaya devam edecek hem de cinsel işlev bozukluğuna sebep olmadan yüksek tansiyonunu düşürecekti. İlacın dozuna ince bir ayar çekerek, demişti doktor, bazen “bir orta yol” bulunabilir.

Altı ay boyunca önce dozajla, o işe yaramayınca da diğer ilaç markalarıyla deneme yaptılar ancak hiçbir şey fayda etmedi: Henry artık sabah ereksiyonuyla uyanamıyor, karısı Carol’la ya da bu ürkütücü değişimden ilacın değil kendisinin sorumlu olduğuna inanan asistanı Wendy’yle ilişkiye girebilecek cinsel gücü kendinde bulamıyordu. Günün sonunda muayenehanenin dış kapısını kilitleyip jaluzileri indirdikten sonra Wendy, onu cinsel açıdan uyarmak uğruna bütün marifetlerini sergilemişse de, bu çaba, ikisi açısından da ziyadesiyle zahmetli olmuştu; Henry bunun bir işe yaramadığını söyleyerek durması için yalvarmış, sonunda kadını durdurmak için ağzını yırtarcasına açınca, Wendy sorunun kendisinde olduğuna iyiden iyiye kanaat getirmişti. Bir akşam gözyaşlarına boğulmuş bir halde Henry’ye, kendisine yeni birini bulmasının an meselesi olduğunu bildiğini söyleyince, Henry kadının suratına bir tokat atmıştı. Şayet bu, orgazm sırasında kendinden geçen vahşi bir adamın hayvani bir eylemi olsaydı, Wendy karakterine özgü bir biçimde uysal davranabilirdi; oysa bu tokat bir esrimenin değil, kadının gafleti karşısında büsbütün tükenmiş olmanın bir dışavurumuydu. Aptal kız, anlamıyordu! Ama kuşkusuz ki kendisi de anlamıyordu, böyle bir kaybın kendisine tapan birisinde yarattığı kafa karışıklığını henüz kavrayamamıştı.

Hemen akabinde vicdan azabı duymuştu. Hâlâ ağlayan Wendy’yi tutup kendine doğru çekmiş ve her gün düşündüğü neredeyse tek şeyin o olduğuna inandırmaya çalışmıştı kadını; gerçekten de (gerçi Henry bu kadarını söyleyemiyordu) keşke Wendy, Henry’nin ona başka bir diş hekiminin muayenehanesinde iş bulmasına müsaade etseydi... Böylece Henry artık yapamayacağı şeyi beş dakikada bir aklına getirmek zorunda kalmamış olurdu. Mesai saatleri içerisinde onu gizlice okşadığı ya da vücudunu saran beyaz gömleği ve pantolonuyla ortalıkta dolanıp dururken onu o eski arzuyla izlediği anlar hâlâ oluyordu; fakat sonra küçük, pembe kalp haplarını hatırlayıp umutsuzluğa kapılıyordu. Çok geçmeden Henry, cinsel gücünü yeniden kazanması için her şeyi yapabilecek o aşk dolu genç kadının, gözleri önünde üç, dört ve hatta beş erkekle kendinden geçercesine seviştiği çılgınca fanteziler kurmaya başladı.

Wendy ve yüzü olmayan beş adamla ilgili fantezilerini kontrol edemiyordu ama yine de, Carol’la sinemadayken gözkapaklarını kapayıp, sevişme sahneleri bitene kadar gözlerini dinlendirmeyi yeğliyordu artık. Berber dükkânında üst üste yığılmış erkek dergilerini görmeye tahammül edemiyordu. Bir yemekli davet sırasında, arkadaşlarından biri cinsellikle alakalı şakalar yapmaya başladığı zaman masadan kalkıp gitmemek için kendini zor tutmuştu. Son derece sevimsiz bir insanın duygularını hissetmeye, gücü kuvveti yerinde erkeklere ve kendilerini onların erotik oyunlarına kaptırmış, buram buram cinsellik kokan kadınlara karşı hoşgörüsüz, küskün, bağnazca bir küçümseme duymaya başlamıştı. Onu ilaç tedavisine başlatmasının ardından, kardiyoloğu, “Şimdi kalbini kafana takma ve yaşamaya bak” demişti ama o bunu yapamamıştı, çünkü kafası haftanın beş günü, sabah dokuzdan akşam beşe Wendy’yi düşünmekle meşguldü.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.