Bakışın Kirlettiği Ayna

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Benim için gözler yoktu artık, gözleri dikenli teller gibi koruyan kirpikler vardı. Gözler vardı tabii ama kirpikleri aşıp ulaşamıyordum onlara. Gözler yoktu yani, ama aslında ulaşılmazlıkları oranında daha güçlü olarak vardılar. Gözler vardı yani. Ama kimin gözleri? Neredeydi o? Hiçbir yerde olmadığı için her yerdeydi. Nerede olduğunu bilmediğim için buradaydı. (...) Onun sokaklarında bir hacıydım.” Okurla kavgalı bir ilişki kuran Mehmet Erte bu kitabın “Delik” adlı ilk bölümünde, sıradan durumları paranoyak bir zihnin işleyiş süreci içinde, ironik bir dille öyküleştirerek somutla soyutu altüst ediyor. “Bir Kölenin Eğitim Sorunları”, “Bakışın Kirlettiği Ayna” ve “Vazgeçilmiş Renk” adlı diğer bölümler ise köle-efendi ilişkisi, irade, kader, aşk, bağlılık, cinsellik, aldatmak - aldatılmak - aldanmak kavramları etrafında, farklı biçim ve biçemlerde dönerek, gizli bir ana başlık altında toplanıyor. Varoluş kabuğunda bir delik açarak bedene, intihara, ergenliğe, birlikteliklerden doğan iktidara, düşünce’nin mahrem bölgelerine ‘bakmak’ isteyenler Bakışın Kirlettiği Ayna’yı okurken topuklu ayakkabılarını, kravatlarını, güneş gözlüklerini çıkarsınlar...

Çocukluğumdan beri düşünmemeye çalışırım. Düşünmemek elimden gelmiyor. Hoş, bunu başarabilen biri de yoktur sanıyorum. Birkaç saniye için olsun, düşünmemek... Başta bir oyundu. Evet. Çocuklara özgü deneylerden. Sonra ıstırap oldu. Sonra ben doktorluk olunca daha da ıstırap oldu. Prof. Dr. Necati Alışkan yaman adamdı doğrusu. Başıma bir sürü iş açtığı için kızmıyor değilim. “Şiir yazmayın,” dedi, “duyguları boşaltmak sizin durumunuzdaki birine iyi gelmez.” ‘Duyguları boşaltmak’ demesine sinir olmuştum; ‘Bakın,’ diyerek karşı çıkacaktım ki Allahtan lafı ağzıma tıkadı, yoksa buraya şiir üzerine beylik sözler aktarmak zorunda kalacaktım. “Sizin duygularınızı düzenlemeye ihtiyacınız var, öykü yazın mesela.” Öykü mü? “Evet evet; öykü...” Önerisinin başka gerekçeleri de olduğunu ima ediyordu bakışlarıyla; ama bunları öğreneceğime dair bende uyandırdığı umudun boyutlarından ürkmüş olsa gerek, kararı ileri bir tarihe erteleyerek duruşmayı kapatan bir yargıç edasıyla sözlerini tekrar etti: “Duygularınızı düzenlemek için.”
Birkaç görüşmenin ardından karımın da gelmesini istedi. Benimle ilgili her duruma bir şekilde karımın da bulaşması çok canımı sıktığından yüzümü ekşittim. Her şey karımda çok çabuk bir alışkanlığa dönüşebildiği ve doktor da onun gevezeliklerinden hoşlandığı için birlikte gider gelir olduk tedaviye. İkimizi de afallattı bu durum; uzun zamandır ortak bir şey yapmıyorduk. Yan yana oturuyor ve doktorun ne türden bir bunalım içinde olduğumuza dair sözlerini dinlerken, bir tehlikenin karşısında ister istemez yakınlaşan iki insan gibi el ele tutuşuyorduk. Bir bunalım denizine düştüğümüz doğruydu ama birbirimiz için birer yılan olduğumuzu görmezden geliyordu Necati Bey. Böylelikle ilk sorun, yani benim sorunum, düşünmemeye çalışırken ne hale geldiğim unutulunca doktordan ümidimi kestim. Karım da kendisinde alışkanlık yapan şeylerden sıkılmayı erdem sayabileceği kadar tek başına tedaviye devam ettikten sonra doktorla ilişkisine son verdi. Derslerini hiç aksatmadan tıp fakültesini bitirip uzmanlık sınavını başarıyla vermiş gibi kendini tamamen evimize adayarak benim üzerimde çalışmaya başladı. Doktorun gözünde bana kıyasla daha iyi durumda olduğu için doğal olarak kendinde bu hakkı görüyor ve ona boyun eğmemi bekliyordu. Evet, başıma bir sürü iş açan Necati Bey’e kızmıyor değilim, ama onun sayesinde başladığım öykü’nün bana iyi gelen tarafları olduğunu itiraf etmeliyim.
Karım, idealizmine yakışır bir şekilde, beni düzeltme çalışmalarına ek olarak evde tadilatı başlatmakta hiç geç kalmadı. Salona bir pencere açılacak, mutfak dolapları, kapılar değişecek, alçı sıva, kartonpiyer, boya işleri yeniden yapılacaktı. Kadınlar, savaşı başlatabilirler ama bu onların cephede ordunun başında ileri koşacakları anlamına gelmez. Elbette ustaların başında bekleyerek işi takip edecek olan kişi bendim. Durmadan düşündüğüm halde, düşünmemeye çalışmak için herhangi bir nedenle karşılaşmadığımdan, yıllık iznimin bir bölümünü böyle geçirmek bana ruhsal bir yorgunluk yaşatmadı. Ve bu süre içinde önemli bir tanışma yaşadım.
Tadilatın üçüncü günü, alçı sıvayı yapmak için gelen ustalardan birinin kendi kendine konuştuğunu fark ettim. Fısıltılarını keser korkusuyla çaktırmadan yanına yaklaştığımda, spatulayı her duvara vuruşunda saydığını anladım: “İki bin yüz altmış altı... İki bin yüz altmış yedi...” Yaptığım işin rutinliğinin verdiği ‘sayısız şeyi düşünme imkânı’ndan kaçabilmek için benim de böyle saydığım çok olur. Bu adamla pek bir şey paylaşabileceğimizi sanmıyordum ama derdimi karımdan ve Necati Bey’den daha iyi anlayacağı kesindi. Hatta ona derdimi açmam bile gerekmiyordu. Göz göze geldiğimizde onunla tanışmış olmaktan duyduğum sevinci yanlış yorumlaması üzücüydü ama çok geçmeden iyi niyetimi anlayarak dostluğumuzu gürültülü bir kahkaha ile kutladı. Elimden geldiği kadar bu kahkahaları taklit ederek ona benzediğimi göstermeye çalıştım. Sonuçta ben onun düşünmemeye çalıştığının açık örneğini görmüştüm, fakat o benim de bu illetin pençesine yakalandığımı nereden bilecekti? Aramızdaki benzerliği fark etmesini beklerken, boyaydı cilaydı tam on gün geçti ve tadilat bitti.
Ama evlilik hayatında her zaman onarılacak bir şeyler vardır, her zaman. Ve biz erkekler akşamları eve dönerken biraz tedirgin olmakta haksız değiliz. Çevrelerindeki her şeyi düzeltmeye bayılan, işleri bittiğinde ise bir oh çekmek yerine jinekoloğa giden kadınlar vardır. Bazı erkeklerin anlaşılmaz kibrinin altında eşlerinin düzenli olarak jinekoloğa gitmesi yatar. Ben onlardan değilim. Jinekologdan dönen karıma aldırış etmeyecektim ama bir bardak suyla birlikte bana nasıl yutacağımı kestiremediğim kocaman bir hap uzatınca donakaldım. Karım hapın bir eşini çarçabuk yutarak anlatmaya başladı: Jinekolog Doktor Sevim Dönmez her insanın kendine özgü mikroplar ürettiğini ve bazı çiftlerde eşlerin birbirinin mikroplarına kolay alışamadığını söylemiş. “Necati Bey’e gideceğimize keşke Sevim Hanım’ın kapısını daha önce çalsaydık,” dedim. Karım bir kahkaha attı ve “Bunun senin ruh sağlığınla ne alakası var,” dedi. Tartışmadım. Tartışmayı sevmem çünkü. Ayrıca Sevim Dönmez’in sözleri çok önemliydi. Sevim Dönmez’in Necati Alışkan’la işbirliği içinde olduğunu düşünmedim değil; ama ben o kadar çok şey düşünürüm ki, düşündüğüm herhangi bir şeyin diğerine baskın gelecek kadar güçlenmesi mümkün olmaz. Fakat bu sefer ilginç bir şey oldu, tartışmak istemesem de, karımla benim mikroplarımızı barıştıracak olan hapı yutmamakta diretiyordum. Karımdan düşünmek için iki gün süre istedim. Bana “Sen zaten hep düşünüyorsun,” dedi “böyle bir şeyi düşünmek için insanın zamana mı ihtiyacı olur.” “Senin sağlığını umursuyorum canım. Senin mikroplarını umursuyorum, kendi mikroplarımı da umursuyorum ama onlar arasındaki uzlaşmayı böyle bir müdahale ile sağlamak beni işin içinden çıkamayacağım kadar çok sayıda düşünceyle baş başa bırakabilir.” Gözlerime duygulu duygulu baktı: “Sadece bir tane hayatım. Bir tanecik.” Gerçekten de başka hap yoktu. Ama önemli olan hapın bir kere ortaya çıkmış olmasıydı. Yutsam da, yutmasam da düşüncelerimi o haptan ayıramayacaktım. Ve yuttum. Elimi sıkıca tuttu ve gözlerini gözlerimden ayırmadan “Bir şey olursa, Necati Bey’e yeniden gideriz,” dedi. Bir jinekoloğun insanı akıl hastası yapma olasılığı her zaman vardır.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.