Yarın Savaşta Beni Düşün

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Hiç kimse bir gün kollarında, yüzünü bir daha asla göremeyeceği fakat adını hiç unutmayacağı bir kadının cesedini tutacağını aklından geçirmez.”

Dünyaca ünlü İspanyol yazar Javier Marías’ın en çok övgü alan romanlarından biri olan “Yarın Savaşta Beni Düşün” bu cümleyle başlıyor... Víctor, yeni tanıştığı evli bir kadın olan Marta’nın akşam yemeği davetini kabul edip kocası yokken evine gider. Ancak kadın bir anda rahatsızlanır ve Víctor’un kollarında can verir. Her şeyi unutup ortadan yok olmaya katlanamayan Víctor, kadın ve ailesi hakkında daha çok şey öğrenmek için araştırmalara girişir.

“Yarın Savaşta Beni Düşün”, yaşayan en usta romancılardan birinden sırlar, yalanlar ve gerçekler üzerine nefis bir roman.

 “Marías muazzam bir yetenek… Her kitabı soluksuz okunuyor.” -The New York Times

“Büyük bir yazar.” - Salman Rushdie

Hiç kimse bir gün kollarında yüzünü bir daha asla göremeyeceği fakat adını hiç unutmayacağı bir kadının cesedini tutacağını aklından geçirmez. Sürekli yaşanmasına rağmen, nedense birinin en uygunsuz zamanlarda, üstelik hiç beklemediğimiz bir şekilde yanı başımızda öleceği aklımızın ucundan geçmez. Ölüm vakaları ya da en azından detayları çoğunlukla gizlenir: Hayatta kalanlar ve ölenler –şayet ölüyor olduklarının farkına varabilecek zamanı bulurlarsa– sık sık ne şekilde ölecekleri, öldükten sonra nasıl görünecekleri ve hatta ölüm nedenleri üzerine kaygılanırlar. Deniz ürünlerine bağlı bir gıda zehirlenmesi, uykuya daldığınızda çarşafları ya da daha kötüsü yün bir battaniyeyi tutuşturan bir sigara; duşta kayıp –ense üstü– düşmek ve banyo kapısının kilitli olması, geniş bir bulvarda üzerine yıldırım düşmesiyle bir ağacın ikiye ayrılıp bir yayanın, muhtemelen bir yabancının üzerine devrilmesi veya kellesini uçurması; ayağında çorapla ölmek veya berberde, üzerinde o koca önlükle ölmek, bir genelevde ya da dişçi koltuğunda ölmek; veya balık yerken, boğaza kaçan bir kılçık nedeniyle, annesi yanında olup da parmağını ağzına sokup onu kurtaramadığı için ölen çocuklar misali, boğularak ölmek; tam tıraş olurken, bir yanağı köpük içindeyken ölmek ve biri bu durumu fark edip de sırf estetik nedenlerden dolayı merhamete gelip tıraşı tamamlayıncaya dek biçimsiz bir sakalla öylece kalakalmak; bir kez ergenlikten çıkıldıktan sonra, artık üzerine konuşmak için bir bahane kalmadığından hayatın neredeyse hiç konuşulmayan en rezil, en gizli anlarından bahsetmiyorum bile, gerçi bunları da şakaya vuranlar var elbette ama bunlar içlerinde en ufak bir zarafet ya da komiklik barındırmayan şakalar olarak kalır her zaman. Kimi ölümlerden, “Ama bu korkunç bir ölüm,” diye bahsedilir; kimilerindense, kahkahalar arasında, “İşte bu gülünç bir ölüm,” diye söz edilir. Kahkahalara boğuluruz çünkü nihayet yok olan azılı bir düşmandan ya da çok uzaktan tanınan birinden, bir zamanlar bize hakaret etmiş veya uzak bir geçmişe ait birinden, bir Roma imparatorundan, bir büyükbüyükbabadan, hatta gülünç ölümünü kendimiz dahil tüm insanlık için düşlediğimiz o elzem ve insani adaletin yerini bulması olarak yorumladığımız iktidar sahibi birinden bahsediyoruzdur. Ah, bu ölümlere nasıl da sevinir, nasıl da üzülür, nasıl da keyifleniriz. Bazen neşelenmemiz için ölen kişinin tanımadığımız, kaçınılmaz bir şekilde bizi kahkahalara sürükleyen talihsizliğini gazetelerden okuduğumuz biri olması yeterlidir; “Zavallı,” denir kahkahalar arasında, ölümü bir gösteri ya da kritiği yapılacak bir şovdur adeta; okuduğumuz, duyduğumuz veya dinlediğimiz tüm hikâyeler bir tiyatro oyunudur sanki, başkalarından duyduklarımızda her zaman bir parça gerçekdışılık vardır; sanki bunların hiçbiri yaşanmamıştır; bizim başımıza gelenler ve unutmadıklarımız için bile geçerlidir bu. Unutmadıklarımız için bile geçerlidir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.