Türk Âşık ve Ozanları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Türk Âşık ve Ozanları”, isimleri uluslararası etnomüzikoloji alanında Türkiye ile özdeşleşen Kurt ve Ursula Reinhard’ın 33 yıllık çalışmasının ürünü olup halen uluslararası literatürde âşıklarla ilgili alan çalışmasına dayanan en kapsamlı yayınlardan biridir. Kitabın en önemli özelliklerinden biri, içinde yer alan şarkıların bazılarının ilk kez yayımlanıyor olması ve zaman içerisinde bu kültür unsurları değiştiği veya kaybolduğu için tekrar toplanmalarının artık imkânsız olmasıdır.
Müzikolojik çalışmalar bakımından Reinhard’lar, Türk-Alman etkileşiminin kurucularındandır; geçmişte birlikte alan çalışmasına çıktıkları pek çok öğrencileri de bugün Türkiye merkezli konular çalışan yetkin akademisyenlerdir. Dolayısıyla Reinhard’ları bir akademik kolun –ekolün– başlangıcı olarak görmek mümkündür. Ancak “Türkiye’nin Müziği” ve birkaç makale dışında çalışmaları Türkçeye çevrilmediği için içeriği ve sundukları bulgular adeta sır olarak kalmış, sonuç olarak da Türkiye müzikolojisi Reinhard’ların ismini çok iyi bilmesine rağmen çalışmalarına ulaşamamıştır.

“Türk Âşık ve Ozanları”, Reinhard’ların Türkiye çalışmalarının Türk okur ve müzikolojisi tarafından daha yakından tanınmasının yolunu açacaktır.

Ozan ve âşık nitelemesine dair
Halk âşıkları eski zamanlarda ozan adıyla tanınırdı. Ozanlar, İslamiyet ön­cesi dönemde Orta Asya’daki eski Türklerin şamanları ve şair-şarkıcılarıydı. Dokuzuncu/onuncu yüzyıllardan itibaren gezgin şarkıcılar olarak faaliyet gösterdiler. Epik ve dini geleneği sürdürdüler ve sazla (o zamanlar kopuzla) yarattıkları şarkılarını söylediler.
?Âşık nitelemesi ilk defa on beşinci yüzyılda ortaya çıktı. Niteleme Arap­çadır (‘aşiq) ve “seven kişi”, “aşk şarkıları şairi”, “aşk şarkıları söyleyen kişi” anlamına gelir. Türkler bütün bu terimleri, halk şairi3 ve saz şairi ile eşan­lamda kullanır. Yine de âşık, tasavvufta “Tanrıyı seven” ve “dini aşk şarkı­larını söyleyen” anlamına da gelir. Bu âşıklar, insanlığın ön planda olması koşuluyla tasavvufun ayrılmaz bir parçası olan Şiî-Alevî inanışları ile sıkı bir ilişki içindedirler.
Geleneksel dinleyicinin sanatsal cazibesinden bağımsız olarak kimleri âşık olarak adlandırdığı ya da adlandırmadığı konusu da son tahlilde bu­nunla bağlantılıdır. Âşıktan yüksek bir ahlaki tavır beklenir. Hacı Bektaş’ın zamanındaki bir atışmada büyük bir ozan olan Sıtkı’nın rakibine tam anla­mıyla üstünlük sağlamasına rağmen yaşamının ve düşüncelerinin dini-insani bakımdan yeterli derecede demlenmemiş olmasından dolayı âşık olarak ad­landırılamayacağını kanıtlamış olduğuna dair bir öykü vardır.4 Bugün çok tanınmış iki âşık, biri diğerinin karısıyla kaçtığı ve insani tavırları dinleyici­lerinin beklentilerini karşılamadığı için kısmen popülaritelerini kaybetmiş­lerdir. Almanya’da da benzer bir durum tarafımızdan bilinmektedir. Burada yaşayan ozanlardan biri meslektaşları tarafından tam da böyle sebeplerle reddedilmektedir. Yine de kendi kendine bu mesleki nitelemeyi yakıştırmakta elbette özgürdür. Ancak başkaları tarafından −sıkça söylendiği gibi− “onursal bir unvan olan” âşık unvanına layık görülmez.
Bu unvan genel Türk bakış açısında sanat sahibi, kendi şiir ve ezgilerini yazabilme sanatını haiz icracılara verilir. Bu şarkıların nasıl şekillendirilmesi ve ne içeriklerle doldurulması gerektiğini tayin eden doğal yetenek de halkın kendini onunla özdeşleştirmesi bakımından belirleyicidir.
Bir halk âşığının yanına çırak olarak giren böylesi ozanlar pek çok du­rumda âşık olarak adlandırılırlar. Şahin’e göre ([1986], s. 111) Kars’ta 16-32 makama hâkim biri âşık ya da ozan olarak adlandırılır. 72 makamdan oluşan bir repertuara sahip biri, usta âşığı olarak anılabilir. Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir ozansa adına bir mahlas (âşıklık unvanı) ekleyebilir. Ancak diğer bölgelerde beklentiler bu kadar yüksek değildir ve bu kadar katı uygulanmaz.
Günümüzde bazı halk âşıkları kısmen gelenek nedeniyle, ama kısmen de siyasi güdülerle kendini ozan ya da halk ozanı olarak adlandırmaktadır.
Âşık müziği ve edebiyatının Türkiye’deki bütün sosyal gruplar ve yurtdı­şındaki Türkler üzerindeki kitlesel etkisi nedeniyle ve bu sanatçılar sözün  ve içeriğin ön planda olduğunun bilincinde oldukları için burada halk âşığı ve ozan tabiri kullanılmıştır. Bunlar “çoğunlukla kendi yazdıkları destan, ballad5 benzeri, kamusal-siyasi ve ritüel metinleri, kendi yazdıkları ya da başkalarından aldıkları ezgilerle söyleyen veya konuşur gibi icra eden çal­gıcılardır ve icralarına çoğunlukla... telli bir çalgıyla... eşlik ederler” (Thiel, [1984], s. 135).

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.