Sahte

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

"Sahte" bütünlüklü bir anlatı kurmanın imkânsızlığından filizlenen, kendisini temsil etmek üzere kurulabilecek bütün cümleleri önceden tasarlayarak yalanlayan ve zaaflarının farkına vardığı anda onları silmek, ortadan kaldırmak yerine alay konusu yapan cins bir roman.

Erte haşarı bir çocuk olarak büyük yazarların mutfağına giriyor ve her şeyi birbirine karıştırıyor.

Şu geceler eskiden çok işime yarardı. Beni bir insan yapan gecelerimi yitirdim. İnsan mı? Yo, hayır; insan olmak için insanların arasına karışmak gerekir. Sadece karışmak mı? İkiyüzlülük etmeden mümkün mü bu? Yerine göre gülümseyeceksin, el sıkışacaksın, kol kola gireceksin; öfkeni yerinde göstereceksin, durup dururken değil zamanı geldiğinde hızlı adımlarla uzaklaşacaksın. Her şey yerine göre olacak. Her şeyin yerini bulması için biraz yalan, biraz daha yalan, sonra biraz daha yalan. İnsan mı? İnsan olmak isteyen kim? Beni ben yapan gecelerimi yitirdim. Ben mi? “Ben” derken inanın çok önemsiz bir şeyden bahsediyorum. Sizin insanınız kadar büyük değil belki ama en azından başkalarıyla ilişki kurmanın gerekliliklerini yerine getirmek adına kendisinden vazgeçmiyor. Dediğime bakın hele, korumaya değer bir öze sahip olduğumu ileri sürüyorum çaktırmadan. Yok öyle bir şey. Ben özümü reddettim. Doğama karşı çıktım. Bir özüm olmadığından beni özlü bir şekilde doğrudan anlatacak sözcükler de yok; gereğinden fazla konuşmak ve saçmalamak zorundayım. Allah belki acır da, saçmalarken bakarsınız bir an gelir kendime yaklaşırım. Mademki kendimi anlatmayı umdum, düşeceğim rezil durumlara da katlanacağım. Ah, şimdi başa dönmeliyim, en başa… (Böyle devam edemeyeceğim.) Yeniden başlamalıyım anlatmaya… Şu geceler eskiden çok işime yarardı. Çünkü insanların arasındaydım ve “ben”dim. Hesaplarım vardı; topluyor, çarpıyor, bölüyor ve çıkarıyordum. Geceler boyu… Ardından bir roman kahramanı oldum ve işler değişti.
İşler iyiye ya da kötüye gitti demiyorum, değişti sadece –orasını pek karıştırmayın. Sizler roman kahramanınıza bayılacaksınız. Ben okuduğum kitabın cildi bozulacak, sayfaları kıvrılacak diye korkarken, kahramanınız dört sayfasını yırtarak tuvalete giriyor; sıçarken okuyor, okuması bittiğinde bu sayfalarla kıçını siliyor ve sifonu çekiyor. Evden çıkarken gün boyu okuyabileceği kadar sayfayı kitaptan yırtıp katlayarak cebine koyuyor –iş günleri otuz, hafta sonları elli sayfa. Kitabı okumayı bitirdiğinde, artık geride bir kitap kalmıyor. Böyle bir kahramanı kim sevmez. Fakat onun kendisini sevdiği söylenebilir mi? Hey sen, kendini seviyor musun? Başa dönmekten korkuyorum. Cevap bu değil. Cevap tam da bu. Nasıl yani? Geri dönmek istemiyorum. Geri dönmek mümkün mü ki? Arkama bakmak istemiyorum. Seninle konuşanda kabahat. Neyse, sus! Aradan çekil! Peki kim konuşacak şimdi? Ben. Bir roman kahramanı olarak ben. Kendim değilim –insanın kendini gerçekleştirip ortaya koymasının imkânsızlığını da biliyorum elbette. Ve eğer bu mümkünse de, kendim olarak ilişki kuramam sizinle. Biraz yalan –anlıyorsunuz. Biraz daha yalan –anlamak zorundasınız. Sonra biraz daha yalan –buna mecburum.
Kozadan kelebek çıkmasını bekleyenler, kelebeğe bakıp da tırtılı düşünenler –az geri durun, öyle bir dönüşümden bahsetmiyorum. Biz biraradayız. Birimiz diğerinin olmadığı bir kişi değil. İkimiz de diğeri olmak için kendimizi yok etmiyoruz. Oysa tırtılın hafızadaki görüntüsü bile kelebeğin ırzına geçer. Evet, okuduğu kitabı kırk beş dereceden fazla açmamaya özen gösteren birinin sıkıcılığı ortada; ama kahramanınız kitap sayfalarıyla kıçını silerek ne sizi eğlendirmeye çalışıyor, ne de özellikle benimle zıtlaşıyor. Zaten “ben”le kimin kastedildiği belli mi ki. Sonuçta o da “ben” diyor, ben de. Mesela şu anda “ben” diyen kim? Bunu kestirebilmek bizim için de gerçekten güç. Benim adıma konuşma! Sen kimsin?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.