Rüya Bekleyen Adam

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Bizi inciten aşk değil, teslimiyet.”

Filiz Özdem, "Korku Benim Sahibim", "Düş Hırkası" ve "Yalan Sureleri"nden oluşan “Veda Üçlemesi”nin ardından yeni bir romanla okurlarıyla buluşuyor: "Rüya Bekleyen Adam" vicdan, şefkat, namus ve kader üzerine yürek burkan bir roman. “Kimsenin hayatı göründüğü gibi değil” diyen yazar, yalanlar ve sırlar, umutlar ve hayal kırıklıkları, korku ve güven duygularının gölgesinde birbirine geçen ilmekler halinde işlenen bir geçmiş kazısına ve yalnızlık hikâyesine çağırıyor okuru.

“İnsanın evrene kazık gibi kakıldığına dair o masum, çocukça ve kırılgan inanç. Ah yavrum! İnsan kâinata atılmış bir çöp sadece. Kuzum benim! Ninem konuşuyor. Sus! Kader, karılma ve kırılma. Bir konuşma çizgisi ya da üç noktalı bir susma boşluğu. Benden çıkıp bana dönen kasvet. Hiçbiri. Hepsini görmezden geldiğim her şey. Hangisi? Ne? Ne var? Yaralarını yalaya yalaya yaşayanın dili bıçak gibi mi olur? Minnet de bıçakla oyulur ancak, makas kesmez onu. Gece, kelimelerin rengini yutmadan önce, bir ses duyarsın belki. Uzak mahallelerden yükselip tepedeki ıssız barakanın çevresinde yankılanan köpek havlamalarını, ışıklı bir pencereden yere düşen karanlık bir gövdenin çarpma sesini, ardından telaşla ve umutsuzca bağıran birinin çığlığını… Hepsi yürek burkan bir parçalanış aslında. Sonra yapay ışıkların saltanatı başlar. Her yeri ıslatan bir ışık. Her yeri. Ama sen kupkuru, donuk gözlerle bakarsın.
Bizi inciten aşk değil, teslimiyet.”

“Rüyanda karga görürsen adını söylemeyeceksin,” derdi annem. Belki bu yüzden, rüyamda hiç karga görmedim. Ama hayatım boyunca, rüyamda sık sık gördüğüm annemin, arada sırada gördüğüm babamın adlarını hiç telaffuz etmedim. Hayır! Böyle söyleyerek ikisini aynı kefeye koymuyorum. Zaten annem, hiçbir teraziye konmayacak kadar dünyadışı biriydi. Yine de babamın gölgesi, ona düşmek zorundaydı.

Büyük bir marifeti dile getirir gibi kurduğum bazı cümlelerin hayatımı kolaylaştırdığı iddiasında değilim. Üstelik, sürdürdüğüm hayat mıdır, ondan da pek emin değilim. Ya da hatırladıklarım ne? Bazen, hafızamı elime alıp seyrediyormuşum gibi hissediyorum. Sanki hafızam cam bir tüpmüş, içine tıkış tıkış pamuk doldurulmuş; pamuk ıslatılıp basılmış, ıslatılıp basılmış, arada hiç hava kalmamacasına ağırlaşıp taşlaşmış ve artık, pis bir is rengine bürünmüş... Sonra tüp düşüyor elimden. Cam tuzla buz oluyor. Cam kırıklarının arasında özgürlüğüne kavuşan taşlaşmış pamuğun kunt yüzeyi havayla temas edince incelip seyreliyor, usul usul ayrışıyor. Ayrıştıkça rengi ağarıyor. Ağaran parçacıklar kuştüyü gibi hafifleyip rüzgârla uçuşuyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.