- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Romanlar 3 - Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim
-
Kategori:
Edebiyat / Roman -
Yazar:
Nâzım Hikmet -
ISBN:
978-975-08-0446-5 -
Sayfa Sayısı:
168 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Temmuz 2002 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
31. Baskı / Haziran 2023
Serinin üç romanı Kan Konuşmaz, Yeşil Elmalar (ve içinde Yaşamak Hakkı,) ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nâzım Hikmet'in çeşitli dönemlerdeki roman çalışmalarını oluşturuyor. Bunlardan özellikle sonuncusunda, otobiyografik yanlar da kendini gösteriyor. Nâzım Hikmet, kuşkusuz şiirleriyle öne çıkan bir yazar, ancak dönemindeki edebiyata da ilgi göstermiş ve yeni açılımlar getirmiş bir yazar. Romanları da bu bağlamda, edebiyatımızda önemli bir yer tutuyor. Okurlar içinse hiç kuşkusuz akıcılığı, kurgusu ve olay örgüsü ile okunmaya değer başyapıtlar.
-- Hayır, İsmail, öyle değil iş. Üstten aldığı yok kızın. Aklıma her şey geldi de, numara yaptığı gelmedi, numaranın zerresi olsa anlardım. Hemen anlardım. Hem ne diye tavlayacak beni? Üniversitenin delikanlıları pervane etrafında. Ama bir Sİ-YA-U'yla senli benli. Ötekilerle de şakalaşıyor, gülüşüyor, dans ediyor, dolaşıyor, ama o kadar. Daha ötesine gitmek zaten kimsenin aklından geçmiyor ki... Belki de geçiyor, ama herkes birbirinden çekiniyor, aklımdan geçenler anlaşılacak da rezil olacağım diye. Yani daha ötesini akıldan geçirmek afyonkeşlik dalgası gibi bir şey. Bunun ne biçim bir dalga olduğunu bilmiyoruz, belki böyle bir dalganın adını bile duymamışız. Ama bilsek, afyon yutup dalgaya düşsek, sonra ayılsak, etraf bizi bir temiz alaya alır, değil mi? İşte öyle...
O akşam Çinliler, devrim hareketlerindeki şanlı bir olayın yıldönümünü kutluyordu. Sİ-YA-U, Üniversite Kulübü'nün tiyatro salonuna, kapıların açılmasından az önce, soktu Ahmet'i. Sahnenin dış çerçevesinde hevenk hevenk çiçek asılı.
-- Bu kadar çiçeği nerden buldunuz bu kışta kıyamette?
Çiçekler kâğıttandı. Sİ-YA-U, bir kaysı gülünün yaprağını Ahmet'in avucuna yatırdı : yaprağın üstünde ak benekli, kırmızı bir böcek. Kâğıttan.
-- Kim görecek bu böceği, Sİ-YA-U?
-- Meraklısı... Hem biz ustalığımızı kendi kendimize de ispatlamak istedik...
Duvarlarda yukardan aşağı inen kırmızı bezlerde Çince yazılar. Ben adımın Çince resmini çizebilirim.
Öğrenciler, konuklar, itişe kakışa, bağıra çağıra girdiler salona. Göze en çok Çinlilerle Japonlar, hatta Zenciler değil de, Kafkasyalılarla Orta Asyalılar çarpıyor. Kılık kıyafet meselesi galiba. Şehirde de, milli kıyafetleriyle, tabancaları ve hançerleriyle dolaşıyorlar. Orta Asyalıların delikanlıları kızlarından yakışıklı. Sahnede, prezidyumun başı üstünde, Marks'ın, Engels'in, Lenin'in, Bolşevik Partisi büyüklerinin resimleri. Marks'la Engels en yukarda, çerçeveleri de çiçekli. Dünya komünist hareketi liderlerinden yirmi kadar yoldaşı, alkışlar arasında, prezidyuma, fahri üye seçtik.
Petrosyan sözü Li'ye verdi. Dağ gibi bir delikanlı. Çince bilmeyenler de, yani çoğunluk, Çinlilere bakıp, az bir duralamadan sonra, alkışlarla kesiyor ikide bir Li'nin sözünü. Zincirlerle sarılı yeryüzü yuvarlağını görüyorum. Yuvarlaktan en az üç kere büyük bir işçi, balyozunu zincirlere indiriyor. Paslı, ağır halkaların birbirinden kopup havaya savrulurken çıkardığı şamatayı duyuyorum. Solda, önde Anuşka'yı gördüm. Komintern'de çalışan yaşlı bir İngilizle Hintli bir öğrencinin arasında oturuyor. Li'nin söylevini Rusçaya çevirdiler. Li'nin söylediklerinin hepsine inanıyorum. Kapitali görüyorum. Fabrika dumanlarıyla örülmüş ağının ortasında, domuz kafalı kocaman bir örümcek. Pırlanta yüzüklerle yüklü küt parmaklarını önündeki altın para yığınına daldırmış. Anuşka başını çevirdi arkaya, göz göze geldik. Etli dudaklarının kıyısıyla gülümsedi. Anuşka'nın kulakları kendinden genç, on dördünde var yok. Sahnede Ukraynalı bir kız Ukraynaca konuşuyor. Anuşka ensesindeki saçları kabarttı sol eliyle. Ukraynalı kızın adını öğrendim : Lena. Soyadı : Yurçenko. Yurçenko kumral. Konuşurken iki yanağı da çukurlaşıyor, Anuşka'nınki gibi yalnız sağ yanağı değil. Bizim İstanbul kızlarına benzer bir yeri var. Bacağın bu kadar biçimlisini ilk görüyorum. Ukraynalı kızın söylediklerini anlıyorum. Bir duvara bir el III. Enternasyonal yazdı. Duvarın dibine Kapital, korku içinde, devrildi, silindir şapkası bir yana, göbeği bir yana... Hep bir ağızdan Enternasyonal Marşını söyledik, herkes kendi dilince, yalnız enternasyonal sözünü her millet "enternasyonal" diye söylüyor, aynı zamanda söylüyor, bir Çinliler Çince.
Fuayede sordum Anuşka'ya :
-- Konsere kalacak mısın?
-- Hayır. Gidiyorum.
-- Seni evine kadar geçirebilir miyim?
Gece karanlıktı. Karların aydınlığıyla ağaramıyordu. Hava soğuk değil, bulvarlardan Moskova Irmağı'na doğru gidiyoruz. Anuşka :
-- Babamı gözümün önünde öldürdüler, dedi.
-- Kolçak kurşuna dizdirmiş, değil mi?
-- Kapımızı çaldılar. Annem açtı. Babamın odasına girdiler. Ben de ordaydım. İki subay. Birisi, sarışını, çok iri mavi gözlüsü, tabancasını çıkardı, ateş etti babamın başına. Üç el...
"Peki size sonra ne yaptılar, Sibirya'dan buraya nasıl gelebildiniz? Annen nerde öldü tifüsten?" diye sormadım.
-- Ben resim yaparım, yani ressamım...
-- Biliyorum. Gördüm. Sizin odada...
-- Ne zaman geldin bizim odaya?
-- Resimlerinizden birisi hoşuma gitti, birisi çok... ikisi şöyle böyle... ama birçoğunu hiç sevmedim...
Sİ-YA-U ne diye sakladı benden Anuşka'nın geldiğini? Ne zaman gelmiş olabilir? Ne yaptılar? Yüreğim dalından kopuyor sandım. Sonra dehşetli utandım gözümün önüne gelenden. Ama şu Sİ-YA-U da hergele ya...
-- Niye konuşmuyorsunuz?
-- Sİ-YA-U senin heykelciğini yapıyor, değil mi, fildişinden?
-- Haberim yok... "Bana bir kedi yap," diye rica ettimdi. Kedilere bayılırım. Ama beceremiyor bir türlü. Kedi yapmasını bilmiyor.
-- Kedini bana getir, yağlı boyasını yapayım...
-- Kedim yok ki...
-- Öyleyse aklımdan yaparım. Koskoca bir Ankara kedisi...
Moskova Irmağı'na bakan Hıram Spasitel Kilisesi'nin bahçesine girdik. Anuşka :
-- Buraya kışın, geceleyin ilk gelişim, dedi.
Bahçenin karlı sık fundalıkları arasındaki sıralar boş değil. Biz uzakta, açıklıktaki bir sıraya oturduk.
-- Beni pek mi münasebetsiz, pek mi kaba bir herif sanıyorsun, Anuşka?
-- Hayır, ama dedenizin paşalığını unutturmak için, kimi kere, kabalığınızı mübalağa etmeseniz daha iyi olacak.
-- Bizim Türklerden mi duydun paşa torunluğumu? Kim söyledi, biliyorum...
-- Kimse söylemedi, ben anketinizde okudum...
-- Sen bütün öğrenci anketlerini okur musun böyle?
-- Hayır... Sizinkini okudum.
"Niçin?" diye sormadım. Akla uygun bir karşılık verecekti. Oysa en akla gelmez karşılığı ben vermiştim, onun yerine kendime.
Birdenbire fır fır düdükler öttü, milis düdükleri. Çığlıklar, koşuşmalar.
-- İki kişi de burda...
Ahmet'le Anuşka'ya, daha neye uğradıklarını anlamaya vakit bırakmadan, pos bıyıklı bir milis :
-- Yürüyün, dedi.
Ahmet bahçeden çıkarılan kadınlı erkekli küçük kalabalığı gördü. Başına ilk geliyordu, ama arkadaşlarından duymuştu. Olan biteni hemen anladı. Anuşka'nun koluna yapışmış pos bıyıklı milise :
-- Çek elini kızın kolundan, dedi. Biz üniversite öğrencisiyiz.
-- Ben öğrenci değilim, ben daktiloyum üniversitede...
-- Ne olduğunuzu karakolda anlatırsınız!..