- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Pervaneler
-
Kategori:
Edebiyat / Öykü -
Yazar:
Ali Teoman -
Hazırlayan:
Memet Fuat -
ISBN:
978-975-363-911-2 -
Sayfa Sayısı:
104 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Eylül 1998 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
3. Baskı / Mayıs 2021
"Yine ortadasın çırılçıplak. O da seninle birlikte. Teninizde dikilen bir sürü göz. Bir tür yanma duygusu. Çıplaklığın ne demek olduğunu ilk kez gerçekten kavrıyorsun. Destebaşı gömleği üzerinize geçiriyor. Sağ yenine senin kolun, sol yenine onunkisi. Bir yakadan çıkan başlarınız. Yanak yanağa, omuz omuza, ten tene. Bundan böyle sen ve o yok, siz varsınız. İki değil, birsiniz. İki başlı, iki kollu, dört bacaklı bir yaratık, bir hilkat garibesi. Layhar kefeni sizi ömür boyu birbirinize bağladı." "Pervaneler"le birlikte öykücülüğümüzde farklı bir kurguya alışmak gerekecek.
Soğuk ve yağmurlu bir Kasım günü sabaha karşı Kumkapı'nın dar arka sokaklarından Beyazıt'a doğru çıkıyorum. Havada pus var. Kentin üzerine olanca ağırlığıyla çökmüş, soluk almayı güçleştiren bir duman, genzimi yakıyor. Bu saatte herkes sıcak yataklarında daha. Birbirlerine yaslanmış alçak taş binaların üzerinden doğmaya, gecenin boğucu karanlığını yırtmaya çalışıyor güneş umutsuzca. Bu alacakaranlıkta yolumu yitiriyorum kaç kez, çıkmaz sokaklara sapıyorum, kendi kuyruğunun peşinde koşan bir kedi gibi dönüp duruyorum olduğum yerde. Pusun, karanlığın ve ıssızlığın kişiliksizleştirdiği sokaklar ve bina cepheleri hep birbirine benziyor. Aynı yerde dönüp dönmediğimi bile tam olarak kestiremiyorum aslında. Belki de ilerliyorum, ama bunun farkında değilim. Hafif bir eğimle yükselen bir yokuş var. Bu yokuşu çıkıyorum hep, ancak yokuş beni bir türlü Beyazıt'a çıkarmıyor. Nasıl oluyor, anlamıyorum, hep bu yokuşun ya da herhangi bir yokuşun başında buluyorum kendimi. Bu yokuş o yokuş mu, ben çıkıyor muyum, iniyor muyum, bilemiyorum. Uyuz bir it metruk bir mezarlığın duvarına siyermişçesine, saatlerdir, belki de günlerdir sinsi sinsi çiselemekte olan yağmur, sokakları ağır ve yapışkan bir çamur deryasına dönüştürmüş. Her adımda biraz daha batıyorum bu balçığa. Pardösümün etekleri, pantolonumun paçaları ve ayakkabılarım, üzerime sıçrayan bu çamurla lekelenmiş. Öyle bir an geliyor ki, ilerleyemiyorum artık, tabanlarım zemine yapışıyor sanki, bacaklarımı oynatamıyorum, dizlerimde derman kesiliyor...