Öteki Dünya - Ay Devletleri ve İmparatorlukları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Savinien Cyrano de Bergerac (1619-1655) öncelikle Gassendi, Giordano Bruno ve Machiavelli’nin düşünceleriyle beslenmiş, bohem bir hayat peşinde olmuş, özgürlükçü bir kişiliktir. Felsefeye meraklı Cyrano de Bergerac, kıvrak anlatım yeteneği ve engin hayalgücü sayesinde  eserlerinde eleştirel düşüncelerini dile getirmeyi başarmış ve yaratıcı kişiliğiyle kendisinden hemen sonra İngiltere’de Swift, Fransa’da da Voltaire’in bayrağını devralacağı felsefi hikâye geleneğinin temellerini atmıştır.

Cyrano’nun dehasını en iyi ifade eden eserler, kuşkusuz Öteki Dünya /Ay Devletleri ve İmparatorlukları ile Güneş Devletleri ve İmparatorlukları olmuştur. Cyrano, Öteki Dünya’da belki de günümüzde ütopya ve bilimkurgu denebilecek unsurları daha o zamanlar harmanlayarak döneminin toplum düzenini eleştirir. Ancak eleştirilerini, malum sebeplerden, esere bilimkurgu niteliği kazandıracak kadar uzak iklimlerde dolaylı olarak yapar.

Gövdemin etrafına içlerine çiy doldurduğum bir sürü küçük şişecik bağlamıştım, güneşin çiyleri çeken ısısı beni de o kadar yukarı kaldırdı ki sonunda kendimi en yüksek bulutların da üstünde buluverdim. Ama bu çekimin beni çok hızlı yükselttiğini ve ön gördüğüm üzere Ay’a yaklaşmak yerine ondan daha da uzaklaştığımı fark ettiğim için, şişelerimin çoğunu, ağırlığım yukarı çekime baskın gelene ve yeryüzüne alçalmaya başladığımı hissedene kadar, kırdım attım.

Düşüncem hiç de yanlış çıkmadı zira bir süre sonra yere indim, hareket ettiğim saate göre hesaplanırsa vakit gece yarısı olmalıydı. Oysa o anda güneşin ufkun en üstünde olduğunu gördüm ve tam öğle vakti olduğunu anladım. Ne kadar şaşırdığımı varın siz düşünün: Elbette bu işi o kadar iyi becermiştim ki bu mucizeyi neye bağlayacağımı bilemediğimden, bu müthiş başarıyı cesaretim şerefine açıklamak için, Yaradan’ın güneşi göklere çivilediğini düşlemek küstahlığını gösterdim.

Şaşkınlığımı daha çok artıran, bulunduğum ülkeyi kesinlikle tanıyamamam oldu, dik yükseldiğim dikkate alınırsa, hareket ettiğim aynı yere inmiş olmam gerekirdi. Üstümdekileri çıkarmadan, bacasından tüten dumanını gördüğüm bir kulübeye yollandım; ancak bir silah atımı mesafeye geldiğimde etrafımın bir sürü vahşi tarafından kuşatıldığını fark ettim. Benimle karşılaşmaktan hayrete düşmüş gibiydiler, düşündüğüm kadarıyla şimdiye kadar şişeler giyinmiş olarak ilk gördükleri ben olmuştum. Hatta bu teçhizatı yorumlamaya çalışırlarken akıllarını daha da karıştıran, yere neredeyse hiç basmadan yürüdüğümü görmeleriydi: Ayrıca vücudumla yaptığım her hamle sonunda şişelerimin sayısının çok olmamasına karşın, öğlen ışınlarının kızgınlığının beni çiyimle yukarıya çektiğini bilemiyorlardı, onların gözlerinde göklere yükseliyor gibiydim.

Onlara yanaşmak istedim; ama korkudan sanki kuşlara dönüşmüşlercesine bir anda yakındaki ormanda kaybolduklarını gördüm. Bununla birlikte, yüreğinde duyduğu korkudan olduğu yerde çakılı kalan birini yakaladım. Ona epey güçlükle (zira nefes nefese kalmıştım), buradan Paris’e ne kadar mesafe olduğunu, Fransa’da ne zamandan beri herkesin çıplak dolaştığını ve beni gördüklerinde niçin bu kadar dehşetle kaçıştıklarını sordum. Konuştuğum bu adam zeytuni tenli bir ihtiyardı, önce ayaklarıma kapandı, sonra ellerini başının arkasında birleştirerek ağzını açtı ve gözlerini yumdu. Uzun süre mırıldandı ama söylediklerinden hiçbir şey anlamadım, konuşması bana bir dilsizin boğuk gevelemesi gibi geldi.

Biraz sonra bir grup askerin davul çalaraktan geldiğini gördüm, içlerinden ikisi komutanlarından ayrılarak bana yöneldi. Beni işitecekleri kadar yaklaştıklarında, nerede olduğumu sordum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.