- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
-
Kategori:
Edebiyat / Deneme -
Yazar:
Nurullah Ataç -
ISBN:
978-975-363-991-0 -
Sayfa Sayısı:
376 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Mart 1999 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
7. Baskı / Şubat 2022
Okuruma Mektuplar'da, yaşamın kanıksanmış yönlerine ayna tutarak şiir, aşk, ölüm, doğa, hastalık, yalnızlık gibi konularda ilgili tutkularını, bildiklerini, özlediklerini -kendini- tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bir Ataç var karşımızda. Prospero ile Caliban'da ise, aydınların (mutlu azınlığın) toplumdaki görevi, yazar ve toplum ilişkisi, gelenek, uygarlık gibi konularda bizi çerçevenin dışına çıkarak düşünmeye çağırıyor. "... kimine göre bir diken, kimine göre bir öğendireydi. En uyuşuk kafalara, bereketli bir 'acaba' akıtmakta ustaydı. (...) eleştirmeciliği, bir 'beğeni' eleştirmeciliğiydi. (...) Fakat nesnel ölçülerin dışında kaldığından olacak, içgüdüsü, sezgisi alabildiğine gelişmişti. Kendi sanat görüşüne uygun eserler arasında (bu görüşün on dokuzuncu yüzyılı aşamadığı da bir gerçektir) en özlülerini hemen sezer, deyimim hoş görülsün, bunların kokusunu alır, az eleştirmende görülen bir inatla da hemen savunurdu. Bu bakımdan aramızdan 'alacaklı' olarak ayrıldığını söyleyebiliriz." Adnan Benk
Çalgıdan ben de büsbütün hoşlanmaz değilim. Gençliğimde o başka! Çok sinirlenirdim, yakından, uzaktan bir çalgı sesi geldi mi, öfkeleniverirdim. Duymamak, kaçmak da kolay değil. Üzülürdüm buna. Herkesin güzel bulduğu bir şeyden hoşlanmamak, dörüt (sanat) dallarının birinden hiç anlamamak bir eksiklik değil mi kişi için? Dişimi sıktım, kendimi yenmeğe, o eksiklikten kurtulmağa çalıştım. Yavaş yavaş da başardım bunu. Şimdi bir yerde çalgı çalındı mı, ben de dinliyebiliyorum, bir tad duyduğum da oluyor, sevdiğim ezgiler bile var. Seviniyorum kendimi böyle iyileştirdiğime, düzelttiğime. Gene de birtakım kimselerin boyuna çalgı çalmalarına dayanamıyorum. Radyoyu bir açtılar mı, bir daha kapatmak bilmiyorlar. Daha erkenmiş, yahut geceyarısına yaklaşmış, konu komşu uyuyacak, sessizlik içinde çalışacak, düşünecek, düşler kuracak, umurlarında değil, bir türlü kesmiyorlar o gürültüyü. Çalınanlar da dinlenecek bir şey olsa bari! Çalgıdan öyle derin derin anlamak gerekmez onları yargılamak için: en aşağı, en bayağı çeşidinden ezgiler olduğunu biliyoruz. Bir ulumadır gidiyor, arkasından sevimsiz bir çığlık başlıyor. Yalnız ben miyim bunları sevmiyen? Bunlara dayanamıyan? Öyle sanıyorum ki çocukluklarından beri çalgıdan hoşlananlar, çalgıyla uğraşmış olanlar, çalgıdan anlıyanlar da sinirleniyor buna, benim gibi sinirleniyor, benden çok sinirleniyor.