- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Nâzım Hikmet Üstüne Yazılar
-
Kategori:
Edebiyat / İnceleme -
Yazar:
Memet Fuat -
ISBN:
978-975-08-3875-0 -
Sayfa Sayısı:
296 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Ocak 2017
“1929’da yayımlanan “835 Satır”ın Türk şiirinde bir bomba gibi patlaması, öncelikle biçim alanında yarattığı devrimden, bir de ses tonundan kaynaklanmıştır.
Türkiye’de toplumsalcılık bilinmeyen bir öğreti değildi. Toplumsalcılar Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altınday-ken de parti kuruyor, dergiler çıkarıyor, düşüncelerini savunuyorlardı. Örnekse Tevfik Fikret bazı şiirlerini bir toplumsalcı olan Nüzhet Sabit’in dergisinde yayımlamıştı.
Salt Marx’çı, Lenin’ci düşünceleriyle bir şair böylesine güçlü bir etki yaratamazdı.
Ama Moskova’da öğrenim görürken Mayakovski’yi tanımış, Futuristleri okumuş olan Nâzım Hikmet’in ‘Serbest Nazım’ diye adlandırdığı şiir ölçüsü ile dizelerinden yansıyan ses tonu Türk şiirinde daha önce ne görülmüş, ne de duyulmuştu.
“835 Satır”ın bir bomba gibi patlaması hem getirdiği bu yenilikten, hem de şiir okurlarına bu yeniliği kolayca benimsetmesindendi. Devrim niteliğinde yenilikler genellikle tepkiyle karşılanır. Nâzım Hikmet örneğinde öyle olmadı. Tutucu sanatçılardan gelen direnme de şiir okurlarının baskısıyla kısa sürede kırıldı.”
“Nâzım Hikmet Üstüne Yazılar”, Memet Fuat’ın 1965-1998 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından oluşmaktadır. Memet Fuat, bu yazılarda, Nâzım Hikmet’in şiiri, yaşamı ve yapıtları hakkında yaptığı bilimsel incelemeler ve ilk elden tanıklıklarla birçok yanlışı düzeltiyor ve Nâzım’ın daha iyi anlaşılması için okuyucuya rehberlik ediyor.
Bu kitapta otuz üç yıl boyunca Nâzım Hikmet üstüne yazdığım yazıları bir araya getirdim : 1965-1998.
Gazetelerde, dergilerde yayımlanan son konuşmalarımda, başına bir “yaşamöyküsü” ekleyeyim derken, 720 sayfalık Nâzım Hikmet’i yazmama neden olduğunu söylediğim kamçı kitap bu derlemeydi...
Altı ay o 720 sayfalık kitabın yazılıp bitirilmesini bekledikten sonra yeniden ele alındı. Bu kez başına “Nâzım Hikmet Ran” internet sitesi için yazdığım kısa yaşamöyküsünü koydum.
Nâzım Hikmet üstüne en eski yazım Mayıs 1965 tarihini taşıyor. Oysa 1940’larda başlamıştım yazı yazmaya. Demek ki yirmi yıldan fazla beklemem gerekmiş Nâzım’dan söz edebilmek için...
Adının bile anılmasına göz yumulmayan günlerde...
“Devr-i dilârâ-yi demokrasi”nin o unutulmaz başlangıç günlerinde...
Nâzım Hikmet’i bir gazete yazısında Yahya Kemal ile birlikte başlığa çıkardığı, şairliğini övüp yücelttiği için, Halide Edib Adıvar’a nasıl büyük bir sevgi, saygı duyduğumu unutamam.
Bu derlemede çok değişik yazılar var. Bazıları değerlendirme, bazıları tanıklık, bazıları tartışma, bazıları eleştiri, bazıları sergileme, bazıları açıklama yazıları. Bölümlemenin olanaksızlığını gördüğüm için, sıralamayı yazılış tarihlerine göre yaptım, en başa da internet sitesi için yazdığım yaşamöyküsünü koydum.
Dağınık, kısa yazılarla da olsa, birçok konuya açıklık getirdiğimi, yaygınlaşan bazı yanlış bilgileri düzelttiğimi, karanlıkta kalan bazı noktaları aydınlattığımı, bu arada Nâzım Hikmet’in Türk şiir geleneğindeki yerini belirlediğimi sanıyorum.
Bundan sonra Nâzım Hikmet üstüne bir şeyler yazma olanağı bulursam, doğrudan şiirlerine yöneleceğim.
Aslında Nâzım Hikmet’in renkli yaşamı onunla ilgili bir şeyler yazmak isteyenleri hep oyalamış, başka alanlara çekmiştir. Doğrudan şiirlerine yönelinerek yapılan çalışmalarda bile yazma amacı, savunduğu düşünceler hep öne çıkar.
Bunlar da elbette çok önemli...
Bunlara değinmeden onu bir şair olarak anlamak, doğru yansıtmak olanaksızdır.
Ama yapıtlarında şiir işçiliği açısından göze çarpan çok yönlülüğü, çeşitliliği, sürekli gelişmeyi de ayrıntılarıyla saptamak gerekir.
Nâzım Hikmet’in kullandığı “şiirleştirme” yöntemlerini araştırmanın şaşalatıcı sonuçlar vereceğine inanıyorum.
Memet Fuat
Çamlıca, Kasım 2000
Nâzım Hikmet’in Yaşamöyküsü
Nâzım Hikmet 20 Kasım 1901’de Selanik’te doğdu (aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir), 3 Haziran 1963’te Moskova’da öldü.
Baba tarafından dedesi Nâzım Paşa valiliklerde bulunmuş, özgürlükçü, şairliği olan bir kişiydi. Mevlevi tarikatındandı. Anayasacı Mithat Paşanın yakın arkadaşıydı. Babası Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (sonradan Galatasaray Lisesi) mezunu, önce ticaret yaşamını denemiş, başaramayınca Kalem-i Ecnebiye’ye (dışişleri) bağlanmış bir memurdu.
Dilci, eğitimci Enver Paşa’nın kızı olan annesi Celile Hanım, Fransızca konuşan, piyano çalan, ressam denecek kadar iyi resim yapan bir kadındı.
Nâzım Hikmet’in eğitiminde dönemin ileri düşüncelerine sahip aile çevresinin büyük etkisi oldu. Bir yıl kadar, Fransızca öğretim yapan bir okulda, sonra Göztepe’deki Numune Mektebi’nde (Taşmektep) okudu. İlkokulu bitirince, arkadaşı Vâlâ Nureddin’le birlikte Mekteb-i Sultani’nin hazırlık sınıfına yazıldı. Ertesi yıl ailesinin paraca sıkıntıya düşmesi yüzünden bu masraflı okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisi’ne verildi.
Bu arada dedesi Nâzım Paşa’nın etkisiyle şiirler de yazmaya başlamıştı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini dinleyen Bahriye Nazırı Cemal Paşa çok etkilenerek bu yetenekli gencin Heybeliada Bahriye Mektebi’ne geçmesini istedi, aileden olumlu karşılık alınca da bu okula girmesine yardım etti.
Nâzım Hikmet 1917’de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’ni 1919’da bitirip Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. Aynı yılın kışında son sınıftayken geçirdiği zatülcenp hastalığı tekrarladı. Aile dostu olan Deniz Hastanesi Başhekimi Hakkı Şinasi Paşanın gözetiminde iki ay süren bir sağaltım döneminden sonra, kendisine iki ay da evde dinlenme izni verildi. Bu süre sonunda da toparlanamadığı, deniz subayı olarak görev yapabilecek sağlık durumuna kavuşamadığı görülünce, 17 Mayıs 1920’de, Sağlık Kurulu raporuyla, askerlikten çürüğe çıkarıldı.
Bu arada hececi şairler arasında genç bir ses olarak oldukça ünlenmişti. Bahriye Mektebi’nde tarih ve edebiyat öğretmeni olan, ayrıca aile dostu olarak evlerine de gelip giden Yahya Kemal’e büyük hayranlık duyuyor, yazdığı şiirleri gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920’de “Alemdar” gazetesinin açtığı bir yarışmada ünlü şairlerden oluşan seçici kurul birincilik ödülünü ona vermiş, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi gibi genç ustalar ondan sevgiyle söz eder olmuşlardı.
İstanbul işgal altındaydı ve Nâzım Hikmet coşkun bir vatan sevgisini yansıtan direniş şiirleri yazıyordu. 1920’nin son günlerinde yazdığı “Gençlik” adlı şiiri gençleri ülkenin kurtuluşu için savaşmaya çağırmaktaydı.
1 Ocak 1921’de ise Mustafa Kemal’e silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla dört şair, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. İnebolu’ya varınca, Ankara’ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemeleri gerekti. Ama Ankara’dan yalnız Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin’e izin çıktı.
İnebolu’da geçirdikleri günlerde, Anadolu’ya geçmek üzere, onlar gibi izin bekleyen, Almanya’dan gelme genç öğrencilerle tanışmışlardı. Aralarında Sadık Ahi (sonradan Mehmet Eti adıyla CHP milletvekili), Vehbi (Prof. Vehbi Sarıdal), Nafi Atuf (Kansu, sonradan CHP genel sekreteri) gibi kimseler de bulunan bu öğrenciler Spartakistler olarak anılıyor, sosyalizmi savunuyor, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarını ilk tanıyan ülke olarak Sovyetler Birliği’nden övgüyle söz ediyorlardı. Bunlar Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin için yepyeni bilgilerdi.