Malaparte Evi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Yazar Curzio Malaparte’nin yaptığı “Malaparte Evi” pek çok mimarı etkilemiş bir yapı. Bir yazarın, böylesine güçlü mimari bildirisi olan bir yapı ürettiğine 20. yüzyıl boyunca pek sık tanık olunmamıştır. Belki bu yüzden etki alanı mimarlarla sınırlı kalmamıştır evin; sinemacılar, fotoğraf sanatçıları ve ressamlar da yapıdan esinlenmiştir. Alp Tümertekin’in titiz çevirisiyle Türkçeye kazandırılan kitap, ülkemizde az tanınan çalkantılı bir kimlik olan Malaparte’nin portesi ortaya koyuyor.

İngilizce Basıma Önsöz

1957 baharında, Curzio Malaparte Roma’daki bir hastanede kanserle pençeleşirken, İtalya’nın önde gelen gazetelerinden en az bir tanesinin kendisine yazı ayırmadığı gün yoktu neredeyse. Tempo her gün sağlık durumunun saat saat nasıl olduğunu bildiriyordu. Sanki tüm İtalya başucunda durmuş, kimi övüyor, kimi yeriyor, kimi de ağlayıp sızlıyordu. Başka hiçbir şey bu kadar hoşuna gitmezdi Malaparte’nin. 1957’de Curzio Malaparte İtalya’da gerçek bir ulusal kahraman olarak kabul ediliyordu. D’Annunzio’dan sonra Malaparte belki de yüzyılın kültür alanındaki en göz önündeki kişisiydi, hemen hemen her siyasal ve entelektüel alanda etkindi; siyasal ve yazınsal günceleriyle, Corriere della Sera için yaptığı savaş muhabirliğiyle, ünlülerle ve güçlülerle olan birlikteliğiyle, sayısız aşk ve siyaset skandalıyla kamuoyunu hep etkilemişti. Görüşlerini açıkça bildirirdi hep, bu arada birçok kişiyle de ters düşerdi. Yakışıklı ve karizmatik kişiliği nedeniyle, her tür toplumsal etkinliğin merkeziydi, dinleyicilerini bir anda ele geçirir, hayranlarını kıskandırır, kadınları da büyülerdi. Ama, kültürel iletişimin çeşitli biçimlerindeki tüm bu deneyimine karşın, Malaparte her şeyden önce ve de her şeyden çok bir yazardı. İster roman, ister gazete yazısı, ister kitapçık, ister başyazı ya da oyun olsun, yazmak Malaparte için hep kamuya açık bir eylem, bir siyasal bildiri olmuştu; bir yazar olarak gelişimi de siyasal etkinliğiyle sıkı sıkıya bağlı olarak gelişmişti. Malaparte’nin siyasetle ilgilenmesi çok erken denilecek bir dönemde başlayıp, tüm yaşamı boyunca sürdü: Önce Cumhuriyetçi Parti gençlik hareketi Prato örgütüne önderlik etti, sonra da kendisine siyasal övgüler, güçlü görevler ve siyasal mahpusluk layık gören Mussolini ve İtalyan Faşist Partisi ile uzun ve çalkantılı bir ilişki dönemi yaşadı, en sonunda da ölümünden çok kısa bir süre önce, tartışmalı biçimde Komünist Partisi’ne kabul edildi. Malaparte tüm yaşantısı boyunca çağının siyasal akımlarında yoğun biçimde yer almıştı. Ancak, sarsılmaz siyasal kariyerine karşın, sanatsal anlatımın dokunulmazlık ve özerkliğine hep yürekten inandı; yazılı sözcüklerin toplumsal değişim yaratma gücüne tutkuyla bağlı kaldı hep. Curzio Malaparte, Kurt Erich Suckert adıyla, Protestan Alman bir baba ile Lombardiyalı bir annenin beş çocuğundan ikincisi olarak 9 Haziran 1898’de Toskana kentlerinden Prato’da dünyaya geldi. On altı yaşındayken İtalya Birinci Dünya Savaşı’na girdi. Malaparte askere alınıp Alp Birlikleri ile Fransa cephesine gönderildi, bu onun savaşa yani siyasal bir davaya ilk gerçek katılımıydı. İşte, zamansız ölümüne yol açan kansere yakalanmasına neden olduğu sanılan hardal gazını da asker olduğu bu dönemde solumuş olmalı. Malaparte yazınsal yaşantısına alamet-i farikası olacak gözüpekliğiyle başladı. İlk önemli yapıtı olan Viva Caporetto! Avusturya güçlerinin saldırısı karşısında Caporetto’da firar eden, bu nedenle de Milliyetçiler tarafından aşağılanan İtalyan askerlerini, ezilen alt sınıfların devrimci kahramanları olarak gösterip kışkırtıcı biçimde savunuyordu. Protestocular kitabın sergilendiği vitrinleri taşladı, kitap da hemen yasaklandı, böylece siyasal ve yazınsal çevrelerde Malaparte bir anda ünlendi. 1922 ile Mussolini’nin devrildiği 1943 yılı arasında, Malaparte İtalyan Faşist Partisi’nin etkin ve durmak bilmez bir üyesiydi. Faşizm içinde yer alması nedeniyle Malaparte, 1925’te çıkarttığı La Conquista dello stato isimli siyasal dergiden başlayarak bir çok dergi kurup yönetti. 1926’da karşıtlıklara duyduğu ilgiye yaraşır biçimde, İtalyan yazın dünyasında varolan iki karşıt kültürel hareket arasında tek başına gerçek bir tartışma başlattı: Bir yanda, efsanevi ve kahramanca bir geçmişi öven, doğayı ve kırsal değerleri göklere çıkartan strapaese, öte yandaysa ilerlemeye, teknolojiye ve kent ortamına övgüler düzen stracitta hareketi vardı. Malaparte strapaese dergisi Il Selvaggio’ya düzenli olarak katkıda bulunurken, bir yandan da ilk stracitta dergisi 900’ü kuruyordu. 1928’de günlük La Stampa gazetesinin editörlüğünü üstlenip gücünün ve etkisinin doruğuna ulaştı, La Stampa’yı faşist bir yayın haline getirdi. Ayrıcalıklı konuma sahipti ama, bu konumu sallantıdaydı. 1930’da Intelligenza di Lenin, 1931’de de Tecnica del colpo di stato isimli son derece karakteristik, sözünü sakınmayan iki siyasal broşür yayımlamış olması yanında, seçkin üst düzey yetkililere kişisel düzlemde yönelttiği iğneleyici saldırılar sonunda Faşist Parti içinde düşmanlar edinmiş oldu. 1931 yılında La Stampa’daki görevinden ayrıldı, 1933 yılında da yıkıcı etkinliklerde bulunmakla suçlandı, tutuklanıp hapse atıldı. Toplam olarak iki buçuk yıl süren mahpusluk dönemi, gerçi verilen hüküm önce Lipari adasında sürgüne, sonra da Toskana kıyısındaki Forte dei Marmi isimli yerleşmede polis gözetiminde bulunmaya çevrilmişti ama, Malaparte için gerek bedensel, gerekse ruhsal açıdan çok sert bir darbe olmuştu. 1935 yılında Malaparte’ye yeniden yazı yazma izni verildi. Yazı dünyasına yeni baştan girdiğini vurgulamak için, hiç zaman kaybetmeden Prospettive isimli kültür ve yazın dergisini kurdu. Ama, İtalyan kamuoyunu geniş çaplı olarak etkileyebilmesi için Corriere della Sera’ya yazılar yazmak üzere resmi savaş muhabiri olarak görevlendirildiği 1940 yılını beklemek gerekti. İndirdiği en büyük gazetecilik darbesi ise, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı giriştiği saldırıda Alman birliklerinin ilerleyişine ilişkin haber geçmek olmuştu. İlerleyen Alman birliklerini izleyip, Leningrad kuşatmasına ilişkin haber geçme ayrıcalığını elde etmişti. Cephedeki gündelik yaşantıyı betimleyen yazıları, savaşın acımasızlığını ve dehşetini konu alan canlı ve duyarlı portrelerdi; Malaparte bu yazılar sayesinde çağının en çok okunan gazetecisi olup çıkmıştı. Mussolini’nin devrildiğine ilişkin haberler 25 Temmuz 1943’te kendisine ulaştığında Malaparte Finlandiya’da bulunuyordu. Zaman geçirmeden Roma’ya döndü, döner dönmez de savaş karşıtı demeçler verdiği iddiasıyla tutuklandı. Yalnızca bir hafta tutuklu kaldı ama kısa bir süre sonra iki kez daha tutuklandı, bu kez tehlikeli bir faşist olarak kabul ediliyordu; ilk başta ilerleyen Amerikan güçleri, sonra da yeni kurulmuş Ulusal Kurtuluş Hükümeti tarafından tutuklandı. Bütün bu siyasal karışıklıklara karşın, Malaparte’nin yazınsal şöhreti uluslararası düzeye varmıştı. Savaş ertesinde ise en başarılı sayılan iki yapıtı yayımlandı: 1944’te Kaputt, 1949’da da La Pelle. Her iki yapıt da Avrupa’daki dekadansı ve savaşın Avrupa kültürü ve toplumunda yarattığı kokuşmayı konu alıyordu. Her iki yapıt da bir çok yabancı dile çevrildi, Malaparte adı uluslararası kamuoyunda dikkat çeker oldu. Yazın alanında elde ettiği başarılar, Malaparte’yi başka medyalara da geçmeye yüreklendirdi. Das Kapital ve Anche le donne hanno perso la guerra adlı oyunları yazıp sahneye koydu, Cristo proibito isimli filmi yönetti, Sexophone adlı varyete programını gerçekleştirdi ve hiç gerçekleşmemiş bir tasarı olarak kalsa da, son derece yaygın biçimde tanıtımı yapılan, ABD’yi bisikletle boydan boya geçme planları yaptı. Bir yandan da yazmaya devam ediyordu; 1955’te Maledetti Toscani’yi yayımladı ve Tempo’da köşe yazarı oldu: “Bana yazın, adalet tecelli etsin,” diye yazıyordu köşesinde, yoksulları, ezilenleri, köleleştirilmiş olanları övüyordu, sonunda da müthiş biçimde tutuldu, yaygınlık kazandı. 1956 yılında, Sovyet Yazarlar Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti tarafından resmen davet edildi. Ekim 1956’da şiddetli göğüs ağrıları ve ateşle pençeleşerek İtalya’yı terk etti, ağrıları tüm yolculuk boyunca dinmek bilmedi. 11 Mart 1957’de iki İtalyan doktor eşliğinde alelacele Roma’da bir kliniğe yatırıldı. Klinikte kaldığı süre içinde, kendisini siyaset ve yazın dünyasının en ünlü kişileri ziyaret etti, Komünist Parti’ye resmen üye oldu, hatta araya son anda Katolikliğe dönmeyi de sıkıştırdı. 19 Temmuz 1957’de öldü. Malaparte, tüm yaşamı boyunca son derece çeşitli, dağınık siyasal, toplumsal ve yazınsal felsefeleri benimsedi, ama hep açıkça, hep söyleyerek yaptı bunu, hep en uç tavırları benimsedi. Villasını Çin Halk Cumhuriyeti’ne miras bırakan ateşli bir faşist, ölüm döşeğinde Katolikliğe dönen Protestan kökenli bir tanrıtanımaz, özünde kozmopolit nitelik taşıyan yaşamlarının büyük bölümünü Paris ve yabancı ülkelerde geçiren Lombardiyalı bir anne ile Sakson bir babanın kendini yetiştirmiş Toskanalı çocuğuydu; hem faşist hem de anti-faşist hükümetlerde siyasal tutuklu, köpeklerle birlikte olmayı insanlara yeğleyen bir toplumcu ve efsanevi bir donnailo’ydu; kısacası, kendi kendine yaratıp beslediği sayısız çelişkilerle dolu bir insandı. Malaparte inançları zayıf biri miydi, bir oportünist miydi ya da daha doğrusu kendi çıkarı için aşırı uçları benimsemiş biri miydi? Tüm yaşamı boyunca açıkça görülen şey, hem yoğun biçimde kendi bilincinde hem de kamuoyunun kendisini nasıl gördüğünün bilincinde olup ister övgü, ister şaşkınlık ya da aşırılık yoluyla olsun, hep projektörleri kendine çevirme gereksinimi duyduğuydu. Malaparte’nin villası Malaparte Evi, Kapri’de kayalık bir burnun en tepesine konmuştur, kara yoluyla ulaşmak hemen hemen olanaksızdır, çevreye egemen, yabanıl doğada Pompeii kırmızısı geniş bir leke: Yalıtılmış ve engelleyici, ussal ve yabanıl, modern ve büyülü villasını “Casa come me” –benim gibi bir ev– diye adlandırdı, “ritratto di pietra”– taştan portrem. Tanımlanmaktan kaçınan birinin kendini bu denli kesin ve somut biçimde yansıtması görünürde çelişkili bir durumdur. Belki de Malaparte’nin en son ve en gerçek paradoksu da budur zaten: En kalıcı anısı, en keskin olanıdır.

Vittoria di Palma

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.