Jean-Christophe - II

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Artık vatanı yetmez olur Christophe’a...

“Kendisinde adlandıramadığı bir kuvvetin doğmakta olduğunu hisseder: Kuşlarda, tıpkı denizin gelgiti gibi, belli zamanlar dayanılmaz bir güçle birdenbire uyanan o esrarengiz kuvveti, Büyük Göçler içgüdüsünü...

Herder’in ve Fichte’nin kitaplarını okurken, kendininkine benzeyen ruhlara rastlamıştı, üstünde yaşadığı toprağa kölece bağlanmış ‘toprağın çocukları’ değildi bunlar, hiç yılmadan yüzlerini ışığa çeviren ‘güneşin çocukları’ydı.”

Ama nereye gidecektir Christophe? Annesini nasıl tek başına bırakacaktır? Çaresizlik içinde çırpınırken hiç beklenmedik bir olay onun adına karar verecek ve onu yeni ufuklara ulaştıracaktır.

“Edebi eserlerindeki yüce idealizm ile çeşitli insan tiplerini betimlerken ortaya koyduğu duygudaşlık ve hakikat aşkı”nı onurlandırmak için Nobel Akademisi Romain Rolland’ı 1915 yılında Nobel Ebebiyat Ödülü’ne layık görmüştür. Yazar, “nehir roman” türünün ilk örneği olan en büyük romanı “Jean-Christophe”ta dâhi bir müzisyenin doğumundan ölümüne hayatını anlatırken bir yandan da paranın her şeye egemen olduğu, sahte şöhretlerin ucuz ve yavan ürünlerle fikir ve sanat alanında cirit attıkları burjuva toplum düzenini acımasızca eleştirir.

Romain Rolland’ın 1904’te yazmaya başlayıp 1912’de tamamladığı, 10 kitaptan oluşan bu devasa eseri, YKY 3 ciltte bir araya getiriyor.

Artık kimse kalmamıştı. Bütün dostları ayrılmışlardı kendisinden. Ne zaman başı darda kalsa yardımına koşan, çok sevdiği ve şu anda büyük bir ihtiyaç duyduğu sevgili Gottfried de aylar önce gitmişti. Hem de bu kez bir daha dönmemek üzere. Geçen yaz Louisa’ya uzaktaki bir köyden bir mektup gelmişti. İri harflerle yazılmış olan bu mektupta kardeşinin öldüğü haber veriliyordu. O ufak tefek çerçi, sağlığı yerinde olmadığı halde köy köy başıboş dolaşmaktan vazgeçmemişti. Onu, o köyün mezarlığına gömmüşlerdi. Böylece, Christophe’un kendisine destek olabilecek son candan dostu da öteki dünyaya göçüp gitmişti. Yaşlı annesiyle yalnız kalmıştı artık. Kadın, Christophe’un düşüncelerine yabancıydı. Oğlunu anlayamıyor, onu sevmekten başka bir şey gelmiyordu elinden. Alman dünyasıyla, asık suratlı insanlarla çevriliydi. Bundan kurtulmak için çaba gösterdikçe biraz daha batıyordu. Nasıl da seyirci kalıyordu bütün kent onun böyle batıp boğulmasına...

Birden böyle çırpınıp dururken, o umutsuzluğu içinde bir şimşek çaktı zihninde. Çocukken o kadar sevmiş olduğu ve şimdi bütün Almanya’da büyük bir üne kavuşmuş olan büyük müzisyen Hassler’i hatırladı. O zamanlar Hassler’in ettiği vaatler aklına geldi. Hassler kurtarabilirdi kendisini! Ne isteyecekti ondan? Ne bir yardım, ne para ne de herhangi bir maddi destek. Yalnız kendisini anlamasını. Hassler de kendisi gibi horlanmış, ezilmişti. Hassler hür düşünceli bir insandı, hür bir insanı anlayabilirdi. Dar görüşlü Almanlar hınçla üstlerine çullanmış, ezmeye çalışmışlardı ikisini de. Aynı kavgada dövüşüyorlardı.

Bu düşünce zihninde doğar doğmaz harekete geçti. Annesine bir hafta kadar evden uzaklaşacağını söyledi. Hemen o akşam Hassler’in Kappelmeister olduğu, Almanya’nın kuzeydeki büyük kentine gitmek üzere trene atladı. Daha çok bekleyemezdi. İçinde bulunduğu bunalımdan kurtulmak için harcadığı son çabaydı bu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.