İngiliz Edebiyatı Tarihi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Mîna Urgan'ın İngiliz Edebiyatı Tarihi isimli beş ciltlik yapıtı Yapı Kredi Yayınları'nın Delta dizisinde tek cilt olarak yayımlandı. Bir büyük edebiyatın yüzlerce yılını bir roman lezzetiyle okutan bu beş cilt hâlâ işlevini ve amacını koruyor. Üstelik bu kez tek ciltte toplanan yapıt edebiyat meraklısı okura ulaşıyor.

Herkes İçin İngiliz Edebiyatının Öyküsü

Bir Dinozorun Anıları, yarattığı çarpıcı okur sayısı ile başta Mîna Urgan olmak üzere şaşırtmıştı herkesi ama onun akademik çerçeveden daha geniş bir okur kitlesine uzanması, birinci cildi 1986 yılında çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi'yledir. Beşinci cildi 1993 Nisanı'nda basıldığında, 5. Yüzyıl'dan ele aldığı bu edebiyatı tanıtma çabası, ancak Oscar Wilde'a, yani 19. Yüzyıl sonuna ulaşabilmişti. Bu tarih dizisinin dışında yayımlanan Virginia Woolf (1995) ve D.H. Lawrence (1997) kitapları, dikkatle okunduğunda, Tarih'in yazılmayan 20. Yüzyıl ciltlerinden çıkartılıp genişletilmiş bölümler gibidir bir bakıma. Gerçi Bir Dinozorun Anıları'nı okuyan geniş okur kitlesi çok iyi bilmektedir ama, Mîna Urgan'ın, burada yeniden okur önüne çıkan İngiliz Edebiyatı Tarihi'ni yazdıran, akademik kimliğinden bir kaç satır söz etmek gerekmektedir. Mîna Urgan, Fransız edebiyatı öğrenimiyle başlamıştır akademik hayata. Daha sonra İngiliz edebiyatı üzerine Fransa'da doktora yapmış, İstanbul Üniversitesi'nde o zamanki adı Romanesk Diller ve Edebiyatları olan Fransız Filolojisi'nde ders verirken, tümüyle bilim dışı etmenlerin zorlamasıyla, İngiliz Filolojisi'ne geçmiştir. Burada, doçent ve profesör olmuş, 1977 yılında da gene bilimsel olmayan nedenler yüzünden, üniversiteden, daha önünde ders verebileceği yıllar bulunurken, emekliliğini istemiştir. Mîna Urgan'ın üniversiteden erken ayrılması, elbette eğitim alanında bir kayıptır ama, kitaplarına baktığımızda okur adına bunun kazanç olduğunu görmekteyiz. İstifasına kadar, sadece bizde değil, batı ülkelerinde de benzerlerine rastladığımız, yaşamını bütünüyle öğrenci- öğretmen ilişkilerine yaslayıp, yazmaya gönül koymayan bir akademisyen görünümü sergilemektedir. Kitaplarını ancak, akademik hayattan ayrıldıktan sonra yazmaya başlamıştır. Üniversitedeyken yazdığı kitaplar (bunu biraz da olumsuz anlamda söylüyorum) tipik akademik kitaplardır. O kitapların amacı ve hedef kitlesi akademik çevrelerdir. Oysa, üniversiteden ayrıldıktan sonra yazdıkları, Bir Dinozorun Anıları'ndan da onu tanıyanların bildikleri gibi, bir halk insanının yaklaşımı içinde, meraklı bir geniş okur kitlesi hedef alınarak yazılmış kitaplardır. Nedir Mîna Urgan'ın yaklaşımı? Edebiyatla, özellikle batı edebiyatlarıyla düz okur olmanın ötesinde ilişkisi olanlar, geçtiğimiz yüzyılın bir eleştiri ve edebiyat kuramı yüzyılı olduğunu bileceklerdir. Modernist edebiyatın büyük serüvenine paralel, onun gerçekten gerekli bir tümleci, kılavuzu olarak ortaya çıkan, kabaca tanımlandığında, bir yakın okuma ve teknik çözüm yöntemi olan Yeni Eleştiri ya da bir başka adlandırmayla Cambridge Okulu Eleştirisi'nden başlayarak, Yapısalcılık'tan Yapısöküm'e pek çok yaklaşım giderek çetrefilleşen edebiyat ürünlerini okuma, çözme, değerlendirme yöntemi olmuştur. Oysa bir önceki yüzyıl, yani on dokuzuncu yüzyıl, yorumlamanın, özellikle de öznel yorumlamanın yüzyılıdır. Ama aynı yüzyıl, bir ara ölmüş gözüyle bakılan, bir yapıtı, yazarı, yazıldığı çağ, yazıldığı dilin serüveni içinde bir kültür bütünü olarak ele alıp okuyan "filolojik yaklaşım"ın da çağıdır. Mîna Urgan da gerek bu beş ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihi'nde gerek Virginia Woolf ve D.H. Lawrence'de her iki yaklaşımın bir harmanı ile yaklaşır yapıtlara, yazarlara. 1930'larda Almanya'dan kaçarak Türkiye'ye gelen, iki çok önemli filologun, Eric Auerbach'la Leo Spitzer'in çevresinde akademik gelişmesini sürdürmüş olduğu düşünüldüğünde, bu durum fazla garipsenmemelidir. Filoloji geleneğinin son büyük filologlarının etkisinde kalmamak olası mıdır? Hiç bir yapıtın, şiirlerin bile, teknik özelliklerine, yani nasıl yazılmış olduklarına değinmediği; şiirlerin bile, roman ve öykü gibi, konularını anlattığı için (ele aldığı dönemlerin şiiri de bunu yapmaya son derece uygundur gerçi) eleştirilebilir belki ama, zaten amaç "edebiyat meraklısı okurlar" olduğuna göre bu eksiklik rahatlıkla göz ardı edilebilir. Hatta, bir edebiyat tarihini, sürükleyici bir okumaya dönüştürmek adına, "1653'e doğru doğduğu sanılan ve 1692'de ölen Nathaniel Lee, yalnız yazdıkları açısından değil, yaşantısı açısından da bir Elizabeth çağı insanıdır bir bakıma. Çünkü akılcılığın egemen olduğu bir çağda aklını yitirmiş, beş yıl süreyle kapatıldığı tımarhaneden kaçmış, daha kırk yaşına basmadan alkolden ölmüştür" gibi yargılara varabiliyor. Bugünün edebiyat tarihçilerini de eleştirmenlerini de hop oturtup hop kaldıracak bir yaklaşım sergiliyor kısacası. Sadece on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadarki bir dönemi ele alsa da, çağdaş yaklaşımlardan uzak bir edebiyat tarihi ve eleştiri anlayışıyla yazılmış olsa da, bir büyük edebiyatın yüzlerce yılını bir roman lezzetiyle okutan bu beş cildin hâlâ işlevini ve amacını koruduğu inancındayım. Edebiyat meraklısı okur burada karşısına çıkartılan serüveni kaçırmayacaktır. Güven Turan

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.