Harry Potter ve Azkaban Tutsağı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sirius Black adında azılı bir katil, tüyler ürpetici Azkaban kalesinde tam on iki yil boyunca tutsak kalmıştır. Tek lanetle on üç kisiyi birden öldüren Black'in, Karanlık Lord Voldemort'un hizmetkarı olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır. Bir yolunu bulup Azkaban'dan kaçan Black'in peşinde olduğu bir tek kişi vardır: Harry Potter. Harry, büyücülük okulunun sihirli duvarları arasındayken, arkadaşları ve öğretmenleriyle birlikteyken bile güvende değildir. Çünkü aralarında bir hain olabilir. Okuldaki üçüncü yılında Harry'yi, yeni bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma ögretmeni, ilk kez alacağı Kehanet dersi, heyecanlı Quidditch maçları ve büyücülük köyü Hogsmeade bekliyor. Ama Harry'nin öncelikle Sirius Black'in elinden kurtulması gerek. Harry Potter ve Azkaban Tutsaği, beklenmedik gelişmelerle her sayfasında okuru biraz daha şaşırtan, biraz daha heyecanlandıran bir kitap.

Harry Potter birçok açıdan son derece sıra dışı bir çocuktu. Her şeyden önce, yaz tatilinden yılın başka herhangi bir zamanından nefret ettiğinden daha fazla nefret ediyordu. Sonra gerçekten ev ödevini yapmak istiyordu, ama gecenin bir vaktinde, gizlice yapmak zorundaydı. Ayrıca da bir büyücüydü.

Saat gece yarısına yaklaşıyordu ve Harry yüzükoyun yatağında yatıyordu. Battaniyeleri çadır gibi başının üstüne çekmişti, bir elinde bir fener vardı ve deri ciltli büyük bir kitabı (Bathilda Bagshot’un yazdığı Sihir Tarihi’ni) yastığa dayamıştı. Harry, kartal tüyünden kaleminin ucunu sayfadan aşağı doğru indirirken, bir yandan da kaşlarını çattı. “On Dördüncü Yüzyılda Cadıların Yakılması Tamamen Anlamsızdı – tartışın” konulu kompozisyonu yazmada ona yardımcı olabilecek bir şey arıyordu.

Tüy kalem, işe yarar görünen bir paragrafın tepesinde durakladı. Harry yuvarlak gözlüğünü burnundan yukarı iterek, fenerini kitaba daha da yaklaştırdı ve okudu:

Büyü-dışı insanlar (ki genellikle Muggle diye bilinirler) ortaçağda büyüden özellikle korkarlardı, ama onu tanımakta pek de başarılı değildiler. Gerçek bir cadı ya da büyücüyü yakaladıkları ender durumlarda, yakmanın hiç mi hiç etkisi olmazdı. Cadı ya da büyücü basit bir Alev Dondurma Büyüsü uygular, sonra da, bir yandan hafif, gıdıklayıcı bir hissin keyfini çıkarırken, bir yandan da acıyla haykırıyor taklidi yapardı. Hatta Acayip Wendelin yakılmaktan öyle hoşlanırdı ki, çeşitli kılıklara bürünmüş olarak tam kırk yedi kere kendisini yakalamalarına izin vermişti.

Harry tüy kalemini dişlerinin arasına sıkıştırıp, mürekkep şişesiyle bir parşömen tomarı almak için yastığının altına uzandı. Yavaşça ve büyük bir özenle mürekkep şişesinin kapağını açtı, kalemini içine batırdı ve yazmaya başladı. Arada bir durup dinliyordu, çünkü Dursley’lerden biri banyoya giderken tüy kaleminin hışırtısını duyarsa, kendini yazın geri kalan bölümünde merdivenin altındaki dolaba kilitlenmiş bulabilirdi.

Privet Drive 4 numarada oturan Dursley ailesi, Harry’nin yaz tatillerinden hoşlanmayışının nedeniydi. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve oğulları Dudley, Harry’nin hayattaki tek akrabalarıydı. Hepsi Muggle’dı ve büyüye karşı pek ortaçağ usulü bir tavır benimsemişlerdi. Harry’nin cadı ve büyücü olan ölmüş annesiyle babasının adı, Dursley’lerin çatısı altında asla anılmazdı. Petunia Teyze ve Vernon Enişte yıllar boyunca Harry’yi mümkün olduğunca ayak altında çiğneyerek içindeki sihri ezebileceklerini umut etmişlerdi. Ama, hiddetten köpürseler de başarıya erişememişlerdi ve şimdi de ya birisi Harry’nin hayatının son iki yılını Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda geçirdiğini anlarsa diye dehşet içinde yaşıyorlardı. Bugünlerde Dursley’lerin en fazla yapabildiği şey, Harry’nin büyü kitaplarını, asasını, kazanını ve süpürgesini yaz tatilinin başında saklayarak komşularla konuşmasını yasaklamaktı.

Büyü kitaplarından böylece ayrılmak Harry için gerçek bir sorun oluşturuyordu, çünkü Hogwarts’taki öğretmenleri tatil için ona bir sürü ev ödevi vermişti. Kompozisyonlardan birini, Ufalma İksiri hakkındaki baş belası kompozisyonu, en sevmediği öğretmeni Profesör Snape için yazması gerekiyordu. Snape, Harry’ye bir ay ceza vermek için herhangi bir bahane bulmaktan pek memnun kalırdı. Harry de bu yüzden tatilin ilk haftasında eline geçen şansa sıkı sıkıya sarılmıştı. Vernon Enişte, Petunia Teyze ve Dudley, Vernon Enişte’ye şirketin verdiği yeni arabaya hayranlıklarını belirtmek için ön bahçeye gittiklerinde (çok yüksek sesle ki komşular da duyabilsin), Harry usul usul aşağı inmiş, merdivenin altındaki dolabın kilidini açmış, kitaplarından bir kısmını kaptığı gibi yatak odasına getirip saklamıştı. Çarşaflarda mürekkep lekesi bırakmadıkça, Dursley’ler onun geceleri sihir çalıştığını asla anlamazdı.

Harry o anda teyzesi ve eniştesiyle bir sorun çıkmasın diye çok özen gösteriyordu, çünkü zaten araları limoniydi. Hem de, tatil başladıktan bir hafta sonra kendisi gibi bir büyücüden telefon geldi diye.

Harry’nin Hogwarts’taki en iyi arkadaşlarından biri olan Ron Weasley, hepsi büyücü olan bir aileden geliyordu. Yani Harry’nin bilmediği birçok şeyi biliyordu, ama daha önce hiç telefon etmemişti. Şu şanssızlığa bakın ki telefona Vernon Enişte cevap vermişti.

“Buyrun, ben Vernon Dursley.”

O sırada tesadüfen odada olan Harry, Ron’un sesinin cevap verdiğini duyunca donup kalmıştı.

“ALO? ALO? BENİ DUYUYOR MUSUNUZ? BEN – HARRY – POTTER’LA GÖRÜŞMEK – İSTİYORUM!”

Ron öyle bağırıyordu ki, Vernon Enişte yerinden zıpladı ve ahizeyi kulağından yarım metre uzakta tuttu, ona öfke ve hayret karışımı bir ifadeyle bakıyordu.

Ağızlık yönünde, “KİMİNLE GÖRÜŞÜYORUM?” diye kükredi. “KİMSİNİZ?”

Ron, “RON – WEASLEY!” diye haykırdı ona cevap olarak. Sanki Vernon Enişte ile ikisi bir futbol sahasının iki ucundan konuşuyorlardı. “BEN – HARRY’NİN – OKULDAN- ARKADAŞIYIM –“

 Vernon Enişte’nin bakışları bir anda, olduğu yerde kalakalmış Harry’ye döndü.

 “BURADA HARRY POTTER FALAN YOK!” diye kükredi. Şimdi, sanki patlamasından korkuyormuş gibi, ahizeyi kol boyu uzaklıkta tutuyordu. “HANGİ OKULDAN SÖZ ETTİĞİNİ BİLMİYORUM! BİR DAHA ASLA BENİ ARAMA! SAKIN AİLEMİN YANINA YAKLAŞMA!”

 Ve zehirli bir örümceği atıyormuş gibi, ahizeyi telefonun üstüne fırlattı.

 Bunu izleyen kavga, o zamana kadarki en berbat kavgalardan biri oldu.

 Vernon Enişte, Harry’yi tükürük içinde bırakarak, “SEN BENİM TELEFONUMU NE CESARETLE ŞEY GİBİ – SENİN GİBİ İNSANLARA VERİRSİN!” diye kükredi.

 Ron belli ki Harry’nin başını derde soktuğunu fark etmişti, çünkü bir daha aramadı. Hogwarts’taki öbür arkadaşı, Hermione de onunla bağlantı kurmamıştı. Harry, Ron’un aramasın diye onu uyardığından kuşkulanıyordu. Yazık, çünkü Harry’nin sınıfının en akıllı cadısı Hermione, annesiyle babası Muggle olduğu için telefonu nasıl kullanması gerektiğini pek güzel biliyordu ve herhalde Hogwarts’a gittiğini söylemeyecek kadar da aklı selim sahibiydi.

 Böylece Harry beş uzun hafta boyunca büyücü arkadaşlarının hiçbirinden haber alamadı, yani bu yaz da neredeyse geçen yaz kadar berbat geçmeye aday görünüyordu. Sadece bir tek, çok küçük iyileşme vardı: Ondan, arkadaşlarına mektup göndermek için yararlanmayacağına yemin ettikten sonra, Harry’nin geceleri baykuşu Hedwig’i dışarı salmasına izin verilmişti. Vernon Enişte, Hedwig’in kafesinde hep kapalı kalınca çıkardığı şamata yüzünden pes etmişti.

 Harry, Acayip Wendelin hakkında yazmayı bitirdi, durup yine dinledi. Karanlık evin sessizliği sadece azman kuzeni Dudley’nin uzaktan gelen homurtulu horultusuyla bozuluyordu. Saat çok geç olmalıydı. Harry’nin gözleri yorgunluktan kaşınıyordu. Belki de bu kompozisyonu ertesi gece bitirirdi...

 Mürekkep şişesinin kapağını kapattı, yatağının altından eski bir yastık kılıfını çekip aldı, fenerini, Sihir Tarihi’ni, kompozisyonunu, tüy kalemiyle mürekkebi içine koydu, yataktan kalkıp hepsini yatağının altındaki gevşek bir tahtanın dibine gizledi. Sonra ayağa kalktı, gerindi ve yatağının yanındaki komodinin üstünde duran ışıklı çalar saatin kaçı gösterdiğine baktı.

 Gecenin biriydi. Harry aniden midesinde tuhaf bir sarsıntı hissetti. Farkına bile varmadan tam bir saattir on üç yaşındaydı.

 Harry’nin bir başka sıra dışı yanı da, doğum günlerini hiç beklememesiydi. Ömründe hiç doğum günü kartı almamıştı. Dursley’ler onun son iki doğum gününü tamamen bilmezlikten gelmişlerdi, bu seferkini hatırlayacaklarını sanmak için de hiçbir nedeni yoktu.

 Harry karanlık odayı boydan boya yürüdü, Hedwig’in büyük, boş kafesinin yanından geçip açık pencereye gitti. Pervaza yaslandı, battaniyenin altında onca zaman kaldıktan sonra serin gece havasının yüzüne vuruşu pek hoştu. Hedwig gelmeyeli iki gece olmuştu. Harry onun için kaygılanmıyordu –daha önce de bu kadar süreyle gittiği olmuştu– ama geriye çabuk döneceğini umut ediyordu. Bu evde onu görünce irkilmeyen tek canlı oydu.

 Harry, yaşına göre ufak tefek ve zayıf olsa da, son yılda birkaç santim uzamıştı. Ama kuzgun karası saçları her zaman nasılsa öyleydi: Ne yaparsa yapsın inatla dağınık kalıyordu. Gözlüklerinin arkasındaki gözleri parlak yeşildi ve alnında, saçının arasından açıkça görülebilen, şimşek biçiminde ince bir yara izi vardı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.