Gündökümü - 1 / Bir Uyumsuzun Notları

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Türk edebiyatına çevirileri, öyküleri ve denemeleriyle büyük katkıda bulunan Tomris Uyar, Gündökümü'nde yaşamından, topluma bakışından, sanatıyla ilgili düşüncelerinden örnekler sunuyor. 1975-1984 arasında tutulan ve birinci cildi oluşturan gündökümleri daha çok günceyi andırırken, ikinci ciltte toplanan on beş yılın dökümleri ise daha çok deneme tarzında. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Genco Erkal gibi pek çok tanıdık sima da yazarın notlarında göze çarpıyor. Tomris Uyar?ın karşılaştığı hemen hemen her insan satırlarda yerini bulmuş, ister günün birinde yazara sarkıntılık eden genç delikanlı, ister Amerika yolculuğunda tanışmış olduğu güneyli yazar olsun.

1 Mayıs

İşçi Bayramı. Bahar Bayramı. Büyükdere bomboştu, yollar ıssız. Yalnız yokuşlardan çağlayarak inen, mazgallara boşalan sel sesi duyuluyor. Büyükdere, küçük bir Karadeniz kasabasını andırır. Boğaz dendiğinde akla gelmeyen yerlerdendir. Lüks lokantalar Tarabya'ya kayalıberi, büsbütün içine kapalı bir topluluk oldu Büyükdereliler. Yerlilerin çoğu Ermeni ya da Rum... Sarıyer'e yaklaştıkça Karadenizliler artar, çevre inanılamayacak kadar tutucu kesilir. İki semti birleştiren Piyasa caddesi, çocukluğumdan beri hiçbir değişikliğe uğramadı. Yaz ikindileri, şimdi de ayrı ayrı gezintiye çıkıyor genç kızlarla delikanlılar. Kızlar birbirlerinin bellerine sarılıyorlar yürürken, oğlanlar birbirlerini parmaklarından kavrıyorlar. Deniz tıklım tıklım bu yağmurda. Ancak Karadenizlilerin akıl edebileceği çarpıcı sandal renkleri, her şeyi silikleştiren siste bile gözü alıyor. Yumuşak bir turuncu şeridinin altına çılgın bir mor, derken geniş bir yeşil. Denizin kendi renkleri sanki, öylesine uyuşuyor, öylesine uygun. Deniz adamları, takalarla kıçlarına bağladıkları sandalları eş renkte boyamaya büyük özen gösterirler. Ana-kız bir örnek giydirip suyun üstüne salıverirler onları. O uyku veren, tok tıkırtı her yana yayılır: ta-ka, ta-ka. Sarıyer'de bir çocukluk arkadaşım var: Mehmet. Yenilerde karşılaştığımızda, tanımamıştık birbirimizi. Ne de olsa durulmuşuz eskiye göre. O yıllar, asiliğimizin tohumlarını attığımız yıllardı. Bilinçsiz, çocukçaydı kafa tutmamız: sandalda konyak içmek gibi. Balıkçı Adnan, futbolcu Rıza, Urcan, Mehmet. Rıza mutlaka iyi bir takıma transfer edilmiştir, Adnan değişmemiştir hiç, Urcan bir gece kulübü açtı. Dalyan'da ağları topluyorlar. Kediler kıyıda durmuş, balıkçıların berekete nazar değmesin diye attıkları balıkları kapışıyorlar. Eski l Mayıslarda bu küçük deniz kulübesinde çay içer, ağların toplanışını gözlerdik. Tek kız bendim aralarında. Mehmet, aydınları sevmemeyi öğrenmiş; ağzından laf kapmaya, hayatından birşeyler aşırmaya çalıştıklarını seziyor. Kıyıda bir meyhanesi var, döküntü bir yer. Kışın, Beyoğlu'nun ünlü bir gece kulübünde çalışıyormuş, "duruyor"muş kendi deyimiyle. Gözleri, çocuk-gözü ama boynu müthiş kalın. Bir oturuşta bir kilo istavrit yiyor, müşterilere çıkmayan kalkan yakalarıyla birlikte. İki oğlu var; kız istemiyordu ama kızı doğunca bayıldı keyfinden. Karısı da kendi kadar iriyarı ve daha hırcıgürcüymüş. Sık sık dövüşüp, ayrılıp barışıyorlar. Böyle alışılmadık aşklar üzüyor kişiyi. "Boşver deli kız," dedi Mehmet, "artık biz onunla kardeş olduk." Baktım, iyice aklaşmış saçları. Asıl üzüntü veren yaşlanmak değil, uslanmak. Bizlere hiç yakışmıyor üstelik. Ben de hikâye yazdığımı söyledim, saklamadım. Fedailikle bu mesleğin arasında büyük bir ayrım yokmuş. Mehmet'in dediğine göre. Bolu lokantasına da uğradım. Boğaz'daki son sığınaklardan biridir Bolu. Oraya her gidişimizde, sanki ev sahiplerinin son anda, bize haber veremeden gitmek zorunda kaldıklarını düşünürdük. İçki bol, masa hazırdır hep. Deniz, yıkık yalının içlerine kadar sokulur; dibi patlıcanlar, çürük domatesler, konserve kutuları, atılmış terliklerle doludur. Yüzeyinde, gözalan bir mazot örtüsü yalazlanır durur güneşte. Bahçe; asmalar, sarmaşıklarla kaplıdır. Yalının yıkılması yasak şimdilik. Sahibinin onarmaya niyeti de yok. Bir süre daha dev bir otel yükselemez orada. Adam, kızları ve damatlarıyla birlikte Ataköy'de oturuyormuş. Düşük bir kira karşılığında garsonlara bırakmış yalının bahçesini. Masalar tahta, sandalyeler kırık, örtüler kirli. Sahibiyle yalı arasında en ufak bir ilinti yok; kendisi de farkında sanıyorum; biraz ürküyor elindeki bulunmaz oyuncaktan. Acaba hangi aile kime satmış, onun eline nerden geçmiş bu arazi parçası? Nasıl sıkışmış olmalılar ilk sahipleri... Nereden nereye? Yeni tanışların, birbirlerinden birşeyler gizleyen sevgililerin gizemli buluşma yeri değildir Bolu lokantası. Oturmuş, sessiz dostlukları pekiştirmeye yarar. Duru güneş ışığında, ya da akşamları, renk renk ampullerin ışığı vurunca, daha iyi kavrarsınız nicedir bildiğiniz yüzü. Eve dönerken hava açtı biraz. Yolda düşündüm: Kenan Somer acaba geldi mi Ankara'dan? Her l Mayısta olduğu gibi bu yıl da Fethi Naci'lerle birlikte Çamlıca tepesine çıkıldı mı? Yarım, dondurulmuş, kopuk bir yıl yaşıyoruz. En küçük şeyler önem kazanıyor o yüzden. Nasıl istedim! Kenan Somer'i pek tanımam ama gelmesi nasıl gerekliydi! Bari o gelenek sürsün! Akşam haberlerinde Süleyman Demirel, İsmail Cem konusunda bir demeç verdi: "Biri bir yerden alınmışsa, orada daha önce de biri vardı ve o da o yerden alınmıştı demektir, telaşa gerek yoktur," dedi. Derken tam gece olurken, Metin-Füsun Altıok uğradılar. Kenan Somer gelememiş ama Çamlıca'ya çıkılmış.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.