Gömülü Dev

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Romalılar Britanya’yı terk edeli çok olmuş. Viraneye dönmekte koca ülke. Neyse ki ortalığı kasıp kavuran savaş bitmiş.

Britonlar’dan Axl ile Beatrice yıllardır görmedikleri oğullarına kavuşmak için tehlikeli topraklarda zorlu bir yolculuğu göze alıyorlar. Başlarına türlü belanın geleceğini de biliyorlar, fakat üstü örtülmüş sırlarını aydınlatacak ateşten haberleri yok henüz. Bir de yollarının kesişeceği kişiler var: Sakson savaşçı, öksüz oğlan ve tıpkı Axl’la Beatrice gibi geçmişinde kaybolmuş, hatıralarının vaat ettiklerine ve alıp götürdüklerine yenik bir şövalye. Hep birlikte sürüklendikleri macera bir kurtuluş mu olacak, yoksa yeni bir felaketin habercisi mi?

Kazuo Ishiguro’dan unutuş ve anıların gücü üzerine zamanı aşan bir öykü; özenle korunmuş bir aşka, intikama ve savaşa dair bir mesel.
“Gömülü Dev”, hüzünlü, gizemli, her satırı iz bırakacak bir roman.

“Dünyanın yaşayan en büyük yazarı Kazuo Ishiguro’dan yeni bir roman. Bir başyapıt.”  - David Walliams

“Kazuo Ishiguro öyle tuhaf ve harika bir roman yazmış ki!.. Benzersiz, okuru esir alan bir roman.”  - David Sexton, Evening Standard

Sonraki dönemlerde İngiltere deyince akla gelen kıvrımlı toprak yollara, sakin çayırlara o zamanlar rastlamanız zordu. Issız, işlenmemiş topraklar kilometreler boyunca uzanır, yer yer sarp tepeleri ya da çıplak bozkırları aşan engebeli patikalara rastlanırdı. Romalılar’dan kalma yolların çoğu artık parçalanmış, kimini ot bürümüştü, kırlardan ayırt edilmez olmuşlardı. Irmaklarla bataklıkların üzeri, bu topraklarda hâlâ varlığını sürdüren yamyam devlerin ekmeğine yağ süren dondurucu sislerle kaplıydı. Yakında yaşayan insanlar –hangi çaresizlik sonucu böylesine kasvetli bölgelere yerleşmişlerdi kim bilir– çarpık bedenleri sislerin arasında belirmeden çok önce kesik kesik nefesleri işitilen bu yaratıklardan korksalar yeriydi. Ama bu tür canavarlar şaşkınlığa yol açmazdı. O zamanın insanları için gündelik tehlikelerdendiler; bu insanların dertlenecekleri o kadar çok şey vardı ki. Sert topraktan besin çıkarmak, yakacak odun bulmak, bir günde on domuzu öldürebilen, çocukların yanaklarında yeşil döküntülere sebep olan hastalıkla baş etmek.

Zaten yamyam devler kışkırtılmadıkları sürece pek de feci sayılmazlardı. Durumu kabullenmek gerekiyordu: Ara sıra, belki aralarında çıkan anlaşılmaz bir kavganın ardından, devlerden biri öfkeden köpürerek, yalpalaya yalpalaya köyün birine girer, haykırışlara, savrulan silahlara rağmen, yolundan vaktinde çekilmeyen herkesi ezip geçerdi. Yine ara sıra, yamyam devlerden biri bir çocuğu kapıp sislere karışırdı. O zamanın insanları bu tür zulümleri sineye çekmek zorundaydılar.

Bu bölgelerden birinde, sivri tepelerin gölgesindeki çok geniş bir bataklığın kıyısında Axl’la Beatrice adında yaşlı bir karı-koca yaşıyordu. Belki isimleri biraz farklıydı veya başka isimleri de vardı, ama biz kolaylık olsun diye onları böyle adlandıracağız. Münzevi hayatı yaşadıklarını söyleyebilirdim, ama o zamanlar bizim anladığımız manada “inziva”da yaşayan pek az kişi vardı. Köylüler ısınma ve korunma amacıyla çoğu yamaçların derinliklerine oyulmuş, birbirine yeraltı dehlizleri ve kapalı geçitlerle bağlanan barınaklarda yaşarlardı. Bizim yaşlı karı-koca da aşağı yukarı altmış köylüyle birlikte bu düzensiz kovanlardan birinde yaşıyordu – “bina” kelimesi yaşadıkları yere kıyasla aşırı görkemli kalır. Kovandan çıkıp dağın eteği boyunca yirmi dakika yürüdüğünüzde, bir sonraki yerleşime varırdınız; sizin gözünüze bu da birincisinin tıpatıp aynısı gibi görünürdü. Ama sakinlerinin gözünde gurur duyacakları ya da utanacakları birçok farklı ayrıntısı olurdu.

O günlerin Britanya’sının bundan ibaret olduğu, dünyanın başka yerlerinde muhteşem uygarlıklar gelişirken bizim burada Demir Çağı’nda kalmış olduğumuz izlenimini uyandırmak istemem. Kırlarda keyfinizce dolaşabilseniz, müziğin, leziz yiyeceklerin, bedensel gücün kuvvetin eksik olmadığı şatolar, sakinleri kendilerini tahsile adamış manastırlar keşfedebilirdiniz pekâlâ. Ama şurası da bir gerçek ki, güzel havada, sağlam bir atın üzerinde bile, günler boyu yeşilliklerin arasında yükselen tek bir şato ya da manastır görmeden yol alabilirdiniz. Genellikle tasvir ettiğim türden topluluklara rastlardınız; yanınızda armağan edebileceğiniz yiyecekler ya da giysiler yoksa, göz korkutacak şekilde silahlanmış da değilseniz buralarda pek hoş karşılanmayabilirdiniz. Memleketimizin o zamanlardaki durumuyla ilgili böyle bir tablo çizmekten hoşnut değilim, ama yapacak bir şey yok.

Axl’la Beatrice’e dönecek olursak, dediğim gibi yaşlı karı-koca kovanın dış kenarına yakın oturuyordu, barınakları hava şartlarına karşı diğerleri kadar korunaklı değildi, geceleri herkesin toplandığı Büyük Oda’da yanan ateşten ise hiç yararlanamıyorlardı. Belki ateşe daha yakın yaşadıkları bir zaman, çocuklarıyla birlikte yaşadıkları bir zaman olmuştu. Şafaktan önceki amaçsız saatlerde, derin uykudaki karısının yanında, yatağında yatarken Axl’ın zihnine düşen de bu olurdu; o zaman adını koyamadığı bir kaybetmişlik duygusu içini kemirir, tekrar uyumasını engellerdi.

Belki bu nedenle, Axl o sabah yataktan temelli çıktı, sessizce dışarı süzülüp kovanın girişindeki bel vermiş eski banka oturdu ve güneşin ilk ışıklarını bekledi. Bahar gelmişti, ama dışarı çıkarken Beatrice’in harmanisine sarınmış olduğu halde soğuk içine işliyordu. Buna rağmen düşüncelerine öyle dalmıştı ki, ne kadar üşüdüğünü fark ettiğinde yıldızların hepsi sönüp gitmişti, ufka bir ışıltı yayılmakta, alacakaranlığın içinden ilk kuş ötüşleri duyulmaktaydı. Axl dışarıda bu kadar uzun kaldığına hayıflanarak ağır ağır ayağa kalktı. Sağlığı yerindeydi, ama son ateşli hastalığı atlatması epey uzun sürmüştü, nüksetmesini istemiyordu. Bacaklarında rutubeti hissediyordu, yine de içeriye dönerken memnundu; çünkü o sabah nicedir hatırlayamadığı birçok şeyi hatırlamayı başarmıştı. Ayrıca önemli bir kararın –fazlasıyla uzun süredir ertelenmiş bir kararın– arifesinde olduğunu da seziyor ve içindeki heyecanı karısıyla paylaşmak için sabırsızlanıyordu.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.