Fındık Kabuğu

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Edebiyat tarihinin en genç Hamlet’i babasının katline engel olmaya çalışırken pek bilindik bir varoluş krizine düşer: Olmak ya da olmamak!

Hamileliğinin son aşamasındaki Trudy, ihanet ettiği kocası John’u kafasının karışık olduğu bahanesiyle evlerinden uzaklaştırdıktan sonra son derece sığ, çıkarcı ve bayağı kayınbiraderi Claude’la yaşamaya başlar. Trudy ve Claude, John’a ait paha biçilemez eve konmak için planlar yaparlar. Fakat bu kumpası ilk aşamasından beri takip eden bir kulak misafirleri vardır: Trudy’nin rahminde, kendisini bekleyen geleceğe doğup doğmama konusundaki kararını henüz verememiş bir fetüs.

Ünlü İngiliz yazar Ian McEwan’ın anlatıcılığını bir fetüse yaptırdığı, embriyonun yapısı gereği monolog bir anlatımla ilerleyen, nüktesi bol ve akıcılığını kaybetmeyen bir dille kotardığı bu kısa roman, klasik suç hikâyesinden beklenenleri başarıyla karşılarken en özgün Hamlet uyarlamalarından birisi olarak anılmayı hak ediyor.

Bir fetüs tarafından anlatılan ihanet ve cinayet öyküsü, şaşırtıcı derecede merak uyandırıcı, göz kamaştırıcı derecede zekice yazılmış, ciddiyetle derinleşen bir roman. -Washington Post
Ian McEwan’ın Fındık Kabuğu bir fetüs tarafından anlatılan son derece eğlenceli bir kitap. - Toronto Start
Ian McEwan Fındık Kabuğu ile ne kadar sıra dışı bir yazar olduğunu bir kere daha gösteriyor. - The Wall Street Journal

İşte buradayım, bir kadının içinde, baş aşağı duruyorum. Kollarımı sabırla kavuşturmuş bekliyorum, bekliyorum ve kimin içinde olduğumu, ne için orada bulunduğumu merak ediyorum. Bir zamanlar yarı saydam kesemin içinde nasıl oraya buraya sürüklendiğimi, düşüncelerimin balonunun içinde sessizce kendi özel okyanusumdan, ağır çekim taklalar atarak nasıl süzüle süzüle geçtiğimi, kıstırıldığım alanın yarı saydam sınırlarına, o titreşen güvenli zara, meşum bir girişimin işbirlikçilerinin boğuk sesleriyle birlikte, nasıl usulca çarptığımı hatırlayınca, gözlerim eskiye duyduğum özlemle kapanıyor. Bu dediğim, benim tasasız gençliğimdeydi. Şimdi, baş aşağı dönmüşken, kımıldayabileceğim birkaç santim boşluk bile olmadan, dizlerim karnıma bastırılmışken, düşüncelerim de meşgul kafam da dolu... Başka seçeneğim yok, kulağım bütün gün ve bütün gece o kanlı duvarlara yapışık. Dinliyorum, içimden notlar tutuyorum ve kaygılanıyorum. Amansız niyetler güden yastık sohbetleri duyuyorum ve beni bekleyen şeyler, beni içine çekme ihtimali olan şeyler dehşete düşürüyor beni. Soyutlamaların içine gömülmüşüm, sadece onların arasında çoğalan ilişkiler bildik bir dünya yanılsaması yaratıyor. Hiç görmediğim “mavi” sözcüğünü duyduğumda “yeşil”e epeyce yakın bir zihin olayı canlandırıyorum gözlerimin önünde – ki “yeşil”i de hiç görmüş değilim. Masumlar arasında sayıyorum kendimi, sırtımda sadakatlerin ve yükümlülüklerin yükü yok, yaşama alanımın yetersizliğine rağmen özgür bir ruhum ben. Bana karşı çıkacak ya da beni kınayacak kimse yok burada, ne bir adım ya da eski bir adresim var, ne dinim, ne borçlarım ne de düşmanlarım. Eğer bir randevu defterim olsaydı içinde sadece yakındaki doğum günümün kaydı bulunurdu. Genetikçiler şimdi ne derlerse desinler, boş bir taş levhayım ben, ya da öyle idim. Ama kaygan, gözenekli bir levhayım, ne bir okulun ne de bir kulübenin damında kullanılabilirim; günden güne büyüyen, büyürken kendi kendine üzerini yazıyla dolduran ve böylece boş yerleri azalan bir levhayım. Masum olduğumu düşünüyorum ama görünüşe bakılırsa bir komplonun parçasıyım. Tanrı onun durup dinlenmeden, gürültüyle şapırdayan kalbini korusun, annem de işin içinde görünüyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.