Eşik / 1947-1975 - Toplu Şiirler I

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Şiirimizin büyük ustalarından İlhan Berk'in Toplu Şiirleri (Eşik, Aşk Tahtı, Akşama Doğru) üç cilt halinde Yapı Kredi Yayınları şiir dizisinden çıktı. Yapı Kredi Yayınları İlhan Berk'in, 1994'ten başlayarak İnferno, Kanatlı At, Logos, Asılı Eros, El Yazılarına Vuruyor Güneş, Uzun Bir Adam, Poetika, Kült Kitap isimli şiir üstüne yazılar, çeviri şiirler, biyografik denemeler, günlük ve defterlerini -kısacası, şiirleri dışında tüm eserlerini- kitaplaştırmıştı. Toplu Şiirlerin de yayımlanmasıyla İlhan Berk 'Bütün Eserlerine Doğru' büyük bir adım daha atılmış oldu. 1918 Manisa doğumlu İlhan Berk'in 1947'de yayımlanan İstanbul kitabı ile başlayan Toplu Şiirler bugüne dek yayımladığı 18 şiir kitabını bir araya getiriyor. Galata ve Pera kitapları ise, şairin isteği doğrultusunda, önümüzdeki aylarda ayrı bir ciltte bir araya gelecek. Toplu Şiirlerin birinci cildi olan Eşik 1947-1975 yılları arasında yayımladığı onbir kitabını kapsıyor. İkinci cilt Aşk Tahtı ise şairin 1976-1982 arasında yayımladığı oldukça hacimli Atlas, Kül ve Deniz Eskisi'ni bir araya getiriyor. (Şimdilik) Son cilt Akşama Doğru'da ise şairin 1984-1996 arasında yayımlanan, kısa şiirlerinin ağırlıkta olduğu sondönem kitaplarını kapsıyor: Delta ve Çocuk, Güzel Irmak, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum ve Avluya Düşen Gölge. Necatigil'e göre, "şairimizin uç beyi", "korkunç çocuğu" o. Yazamak denen cehennemin gönüllü çalışkanı... Yeni binyıl girerken şiirin bizzat kendisine dönüşmüş İlhan Berk'ten büyük hediye... Hem şiirseverlere, hem Türk diline...

1919

Ben dünyaya bir idare lambası altında geldim
Yeryüzü Birinci Dünya Harbi’ni yaşıyordu
Başımın üstünde mendil boyunda bulutlar vardı

Yunan Harbi’nde yanan şehirlerimizi bir dağdan seyrettim
O çadır çadır insanları askerleri esirleri
Arkalarında bir gömlekle kaçan halkımızı
İlk topu ilk tayyareyi gördüm
Anam kardeşim ve ben ayaktaydık
Kapanık dükkânlarıyla çarşılarımıza yağmur yağıyordu

Her sınıf insanıyla şehrim dağlara taşınmıştı

O yangından nehirlerimiz dağlarımız ve çeşmelerimiz
kurtuldular

Yanmış ve yakılmış şehrimize bir akşamüzeri askerlerimiz girdi
Kursaklarında bir parça ekmekle insanlar ayaktaydı
O gün dünyayı ve insanları tanıdım
O gün ayağımın dibindeki şehirden ağlamayı öğrendim


GÖKYÜZÜ

Bir bulut İstanbul’un üstünde
Beyaz bulut sarı bulut siyah bulut

Sabahın 5’i
Saint-Antoine’da tıs yok
Biri ne yapmış bu adam diyor
Sonra gene kendi cevap veriyor
Hepimizin uyuduğu saatte
Gökyüzünü çalmış.
Biz ne yapıyoruz
Asıyoruz.

Ha ha
Ha ha

Ne diyor bu kalabalık
Üç gündür dua edemiyoruz
Gökyüzü yok.

Ruhum ipini kopardı
Gökyüzü düştü düşecek.

Ne tuhaf şey şu gökyüzü
Bir mendil gibi
Cebe sığacağını bilmezdik.

Bir kımıldama kalabalıkta
İpi kim çekecek?
Şey diyor biri
Ulan şey

Şey yok.

O gün hiç akşam olmuyor
Sabah hiç bitmiyor.


KÖTÜ EVLERE İNEN BALAD

Aldım otuz beş yaşımı, o canım ağzını, sana geldim
Bir pencerede bir kadın yavaş yavaş soyunuyordu, bakmadım
Dünyalar değişti gerimde, gerimde güneşler, çocuk gözleri
Bir pazar alıp kırlara çıkardığım yalnızlığım.
Kalktık aşağı odalara indik, göğe yakın oturduk
Bir yer evrende ille düşecekti duyacaktık
O gün o gece o sabah öyle hep bekledik durduk.

Ellerin aklıma geldi de kalktım sana geldim
Bütün gece öptüğüm yerlerin bin yıllık yalnızlığımdı
Bir doldu bir boşaldı yukarı odalar, yörede çocuklar uyandı
Kirli bir ses bir su aktı durdu gecede, duyduk
Bir adam ne kadar sıkıldı ki uzun uzun kahve ısmarladı.
Böyle hep yangınlar, açlıklardı alan göğümüzü
Anladık aşkımızdı daha bin yıl yaşayacak başka değil.

Sunu

Aldım her gün biraz biraz umutsuzlukları sildim
Karalara akları çıkardım bu şiiri yazdım.


GUERNICA

Önce eli gördüm
Benimle beraber tabaktaki uskumru domatesle boyun boyuna
biber rakı gördü

100 mumluk lamba bir yandı bir söndü
Öldü dirildi
Guernica
Dünyada mıyız değil miyiz diye
Bir adam kendi kendine sordu
Bir kere eli gördüm ya
Arkasından yeşil bir göz gelip durdu önümde
Yeşil göz herkese denizi hatırlatıyordu
Bana hiçbir şey hatırlatmadı
Yeşil göz
Yeşil bir gökyüzüne bakıyordu
El
Bir ağaç gibi parmaklarını açtı
Göz kırptılar gökyüzüyle

Yeşil bir âlemdi
Picasso bir mavi çekti
Gökyüzü kendine geldi

Daha sabah
Ağaç kararmamıştı
Boğayı gördüm
Boğayla beraber yüzlerce adamı gördüm ilk defa
Guernica ana baba günüydü
Su gerisingeriye akıyor
Kuş gerisingeriye uçuyor
Ağaç gerisingeriye
Bir fırtına bir yangın
Öyle bir şey
Göz gözü görmüyor göz tabaktaki uskumruyu boyun boyuna biberi domatesi görmüyor
Belli savaş
Belli ölüm
Üç adam kim yaptı bunu diyor
Ha diyor herifin biri
Picasso siz diyor
Ha

Daha sabah
Hep sabah Picasso

Akşam Amerika
Baktım bir siyah
Guernica’dan çıktı
Gökyüzünün bir kıyısına gidip durdu
Bu gökyüzü daracıktı eskiden
Picasso geldi
İş değişti

Yerde bir adam yatıyor, öldü ölecek

Daha sabah
Ananın uykusu var
Elinde bir lamba dolaşıyor habire dolaşıyor
Kırmızılar sarılar siyahlar konuşuyor
Savaş oldukça
İşin iş kırmızı
İşin iş pencere

Amerika işin iş

Bir kadın girdi odaya ana belki kız belki
Rakı şişesi yere yuvarlandı
Döşemedeki suyla buluştular
Su kollarını açtı
Rakı her yanını
Sarmaş dolaş oldular
Bu dünyada ölüm
Belli onlara göre değil
Belli dünya Guernica’da iyi değil
Belli Picasso üzülüyor

Bir su üşüdü
Guernica’da herkes gördü

Guernica Amerika’da karanlık
Dünyada değil.


UZUN KARANLIK

Neydi o güneş o sular güneşi çıkı çıkıveriyoruz
Ben seni alıyorum seni cumartesi çocuğu soyuyorum
Birden bir yerlere gidiyoruz bir yerlerden geliyoruz
Bungun, karası, bak diyorum bak acunsuzluk önün diyorum
Hiç yokken böyle diyorum böyle güzel diye diyorum
Sonra birdenbire sen yoksun işte birdenbire yoksun
Bakıyorum Amerikan bir gök sıkılıyorum kalkıyorum
Sen yoksun ya seninle binlerce yerim yok.

Bir sabah uyandım bütün dörtleri beş yaptım.
Çıktım bir bir camları, caddeleri indirdim ses yok.
İnsan böyle n’apar bilmem seni hele bak hiç bilmem
Gidip ağaçları tutuyorum, çocukları çocukları öpüyorum
Durdum bir yerden göğü, sokakları hep sokakları dinledim
Evlerini deniz yıkayan bir kıyıdan bağırıyorsun bana
Bir soluksuzluk bir duvarlar bir duvarlar duyamıyorum
Böyle bir uzun karanlıktan bağırıyorum bağırıyorum.


BEN SENİN KRALLIĞIN ÜLKENE YETİŞTİM

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiydim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul’un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.


ÇIKRIKÇILAR YOKUŞU

Ve yüzünü alıp çıktım. Öğleye doğruydu
Çıkrıkçılar yokuşuna yağmur yağıyordu

Ellerin ellerimde sessiz yürüyorduk ve
Kapkara bir oğlan durma bize bakıyordu

Tuhaf uzun bir sokaktı ve ben susuyordum
Bir kız memelerini bırakıp gidiyordu

Âşıktım ve hep seni soyuyordum aklımda
Bir adam çarşıyı üstümüze kapıyordu

Kadınların kızların ardından gittim durdum
Öptüğüm yerlerin içimde durulmuyordu

Üç kez yokuşu indim çıktım boncuklar aldım
Kocaman kırmızı ağzın ki hiç bitmiyordu

Akşama doğru bir aşçı dükkânına girdim
Sana benzeyen incecik atlar geçiyordu

Sonra birdenbire büyük bir sessizlik oldu
Bu dünyadan İlhan Berk geçti dedim yürüdüm.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.