Erdemin Kökenleri

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Şayet Bencil Gen başlıklı kitabımın insanlara ayrılmış ikinci bir cildi olsaydı, sanırım aşağı yukarı Erdemin Kökenleri’ne benzer bir eser ortaya çıkardı.”
Richard Dawkins.

İnsanlar neden topluluklar halinde yaşar? Toplumlar nasıl ortaya çıkmıştır? Peki, insanlar arasındaki işbirliğinin kökeninde ne vardır? Yoksa bizi özveri ve işbirliğine yönelten şey aklımız ya da vicdanımız değil de aslında milyonlarca yıllık genetik programımız mı aslında? Her yıl aynı göç yolunu izleyen kırlangıçlardan bir farkımız yok mu bu açıdan? Matt Ridley bu soruları, antropoloji ve zoolojiden ekonomi ve oyun kuramına kadar uzanan çok geniş bir yelpazede, evrimsel biyolojinin bulgularına dayanarak ele alıyor ve tartışma yaratacak, kışkırtıcı yanıtlara ulaşıyor.

Bu kitap, insan doğası, özellikle de insan denen hayvanın şaşırtıcı boyuttaki sosyal doğası ile ilgilidir. Bizler şehirlerde yaşarız, takımlar halinde çalışırız ve yaşamlarımız örümcek ağları gibi, bizi akrabalarımıza, meslektaşlarımıza, arkadaşlarımıza, üstlerimize, astlarımıza bağlar. İnsanları sevmeyip, güvenmeyenler de dahil birbirimiz olmadan yaşayamayız. Tatbiki bir düzeyde dahi, herhangi bir insan, muhtemelen bir milyon yıldan beri tümüyle ve inandırıcı bir biçimde kendi kendine yeterli haldedir: Becerilerini, diğer insan kardeşlerininkiyle takas etmeden hayatta kalabilir. Bizler türümüzün diğer üyelerine, herhangi bir insansı ya da maymundan çok daha bağımlıyız. Bizler daha ziyade mensubu oldukları topluluğun köleleri gibi yaşayan karıncalar ya da termitler [akkarınca, kanatlı karınca] gibiyiz. Erdemi neredeyse salt sosyal bir davranış ve ahlaksızlıklığı ise anti sosyal bir davranış olarak niteleriz. Kropotkin, yardımlaşmanın türümüz için oynadığı muazzam rolü vurgulamakta haklıydı fakat türümüzde geçerli olan şeyin diğer türler için de geçerli olduğunu varsaymakta hatalı ve insanbiçimci bir yaklaşım içine girmişti. İnsanlığı diğer türlerden ayıran ve ekolojik başarı ve becerilerimizi açıklayan etmenlerden biri, aşırı sosyal içgüdülerimizin derlemesidir.
Buna rağmen çoğularına göre içgüdüler insanlara değil hayvanlara özgüdür. Sosyal bilimlerdeki yaygın inanışa göre, insan doğası bireyin geçmişi ve deneyimlerinin bıraktığı bir izden ibarettir. Fakat kültürlerimiz, keyfi alışkanlıkların gelişigüzel bir derlemesi değildir. Onlar içgüdülerimizin yönlendirilmiş dışavurumlarıdır. Bundan ötürü tüm kültürlerde aynı içerik ve temalar ortaya çıkar: Aile, âdet, pazarlık, aşk, hiyerarşi, dostluk, kıskançlık, gruba bağlılık ve batıl inanç. Bu yüzden, dil ve gelenek anlamındaki tüm yüzeysel farklılıklarına karşın, birbirine yabancı kültürler, daha derindeki güdülenim, duygu ve sosyal alışkanlıklar düzeyinde hemen kavranabilir. İnsan gibi bir türün içgüdüleri, değişmez genetik programlar değildir; onlar öğrenilen eğilimlerdir. Ve insanların içgüdüleri olduğuna inanmak, yetişme tarzlarının ürünleri olduklarına inanmaktan daha belirlenimci değildir.

Bu kitabın iddiası, toplumun nasıl mümkün kılındığına dair eski sorunun yanıtının, evrimsel biyolojinin kavrayışları sayesinde birdenbire bulunmuş oluşudur. Toplum, akıl yürüten insanlar tarafından icat edilmemiştir. Toplum, doğamızın bir parçası olarak evrimleşmiştir. En az bedenlerimiz kadar genlerimizin bir ürünüdür. Onu anlamak için, beyinlerimizin derinliklerine bakıp, orada bulunan ve sosyal bağlar yaratarak onlardan faydalanan içgüdüleri görmeliyiz. Bunun yanı sıra rekabetçi evrim sürecinin bazen nasıl yardımlaşma içgüdülerini ortaya çıkardığını anlamak için diğer hayvanları da gözlemlemeliyiz. Bu kitap üç farklı düzlemi, yani genlerimizin işbirlikçi takımlara dönüşmesinin milyar yıllık, atalarımızın işbirlikçi toplumlara dönüşmesinin milyon yıllık ve toplum ve kökenlerine ilişkin fikirlerin oluşmasının bin yıllık süreçlerini konu alıyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.