Düşüncelerin Aynası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Çağdaş Avrupa yazınını sadece romanlarıyla değil düz yazılarıyla da cendereye alan Michel Tournier’den (1924-2016) ufuk açıcı bir deneme: “Düşüncelerin Aynası”.

"Tuz"un olgunluk simgesi bilgeliğinden "şeker"in çocuksu yananlamına, "banyo"nun yatay konumundan "duş"un dikey konumuna, "hayvan"ın devingenliğinden "bitki"nin durağanlığına, "demiryolu"nun düzenliliğinden "karayolu"nun esnekliğine varıncaya dek, alıntılarla zenginleştirilmiş 116 anahtar-kavram.

Bu ikili yöntem olağanüstü verimli oldu, tüm kitabın ondan çıktığı söylenebilir. Hani bir kavram tek başına düşünceye delemediği kaygan bir yüzey sunuyormuşçasına. Buna karşılık, kavram karşıtıyla birlikte ele alındığında, patlıyor ya da saydamlaşıyor, iç yapısını gösteriyor. Kültür yıkıcı gücünü ancak uygarlığın karşısında açığa vuruyor. Boğanın boynu atın sağrısını gözler önüne seriyor. Kaşık anaç tatlılığını çatal sayesinde ortaya koyuyor. Ay bize ne olduğunu güneşin alnında söylüyor...

Kitabı Mukaddes’e inanacak olursak, Tanrı insanı dünyanın altıncı gününde yaratmıştır. Onu hem erkek, hem dişi, yani erdişi yapmış, kendi kendine üreyebilmesi için gereken her şeyle donatmıştır. Yeryüzü o sırada yalnızca bir çöldür, insan toprağın tozundan biçimlendirilmiştir.

Daha sonra Tanrı cenneti yaratır, yetiştirip korumak üzere insanı oraya yerleştirir. İşte o zaman insanın yalnızlığının iyi bir şey olmadığını fark eder. Hayvanları –memelilerle kuşlar– sırayla onun önünden geçirtir, insan onlara bir ad versin, kendine bir arkadaş seçsin diye. İnsan onlara ad verir vermesine ama hayvanlar arasından kendine bir arkadaş bulamaz. Tanrı bunun üstüne insanı derin bir uykuya daldırıp, kadınlık organlarını ondan alır. Bu organların çevresinde, adını kadın koyduğu yeni bir insan yaratır. Havva doğmuştur.

İki cinsiyet psikolojisi bütünüyle bu köklerden doğar. Öncelikle erdişinin kendisiyle yaşadığı aşkların yalnızlığına kolay kolay katlanamadığı anımsanır. Kendi başına üremek için tasarlandığı açıkça görülen denizkestanesi de bir eşle çiftleşmek için son derece rahatsız edici bir jimnastik yapar.

Kadınlık “kısımları”nın alınması erkekte doğru dürüst kapanmayan manevi bir yara açar. Zayıf babalık doyumları birçok erkekte annelik özlemini bastıramaz.

Kadının köklerine ilişkin, anımsanması gereken şey öncelikle o köklerin cennette oluşudur. Erkek çölün tozundan biçimlendirilmişken, kadın cennetin çiçekleriyle kalın yapraklı bitkilerinin altında doğmuştur. Birçok kişilik özelliğinin temelinde bu yatar. Öte yandan, kadın cinsellik organının çevresinde biçimlendirilmiştir. Özünde erkeğin erkekliğine bağlı olduğundan daha fazla bağlıdır kadınlığına. Skolastiklerin tota mulier in utero (kadın bütünüyle dölyatağının içindedir) tümcesiyle dile getirdiği şey budur. Erkek doğanın kadına karşı kendisine kazandırdığı üstünlükten, onu köle etmek için fazlasıyla yararlanır. Bu da Karl Marx’ın kadın erkeğin emekçisidir derken dile getirdiği şeydir. Ama yüzyıllar geçtikçe, kadın bedensel güç ve ekonomik bağımsızlık kazanmıştır. Annelik yükü yıllar içinde hafiflemiştir. Erkeklerin yalnızca kadınlara haz vermeye yönelik oyuncaklara indirgeneceği, bütünüyle anaerkil bir toplumun ortaya çıkacağı öngörülebilir.

Belki kadın cinsiyetinde kadınların kendilerinin neden olacağı bir seyrelme bu feminist toplumun gelişini hızlandıracaktır. Gerçekten de gebe kadınlar karınlarındaki çocuğun cinsiyetini öğrenip onu aldırma olanağını gittikçe daha çok elde etmekteler. Çocuk kızsa da neredeyse her zaman onu aldırmayı seçiyorlar.

Hindistan’da, daha şimdiden yeni kuşakta oğlanlardan yana ciddi bir dengesizlik var. Bunun sonucunda, önce kadınların sayısı azalacak, çocuk aldırma kırımından kurtulabilenler öngörülmedik biçimde değer kazanacak. İkinci sonuç da insanlığın yok olması olacak, çünkü onun sürekliliğini sağlayanlar –erkekler değil– kadınlardır.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.