Bildiğimiz Dünyanın Sonu

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“Zaman her şeyi silip süpürür.”

Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe’nun unutulmaz bir modern zaman figürüne dönüşen kahramanı Doppler yuvaya dönüyor. “Doppler” romanının devamı niteliğindeki “Bildiğimiz Dünyanın Sonu” ormanın derinliklerinden sistemin derinliklerine uzanıyor: Çemberin içinde duramayanların bütün oyunlardan kovulduğu bir dünyada özgür kalmak mümkün mü?

Ormanın derinliklerinde geçirdiği macera dolu ayların ardından bir ailesi olduğunu hatırlayan Doppler, geyiği Bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp soluğu Oslo’da alır. Kendisini ölesiye özlediklerine inandığı karısına ve çocuklarına kavuşacağı için çok heyecanlıdır ama küçük bir problem vardır: Onca yıllık posta kutusunun üzerinde “Andreas Doppler” değil, “Egil Hegel” yazmaktadır! Dibe vurduğunu düşünür ama aşağılanma nedir, görmemiştir henüz.

“Hafiflemiş ve özgür hissediyordu kendini. Gerçekten özgür. Borcu yoktu, işi yoktu, yükümlülükleri yoktu. Sadece kendisi vardı. İyisiyle kötüsüyle. Ve güzel bir geyiği. Vergi dairesinin bisiklet parkına bağladığı Bongo’yu çözdü ve durup üst katlara baktı.

Her yerde toplantılar yapıldığını varsayıyordu; bu toplantılar ki, hem araştırmalar hem de deneyimler sonucu yalnızca yersiz olmakla kalmıyor, doğrudan verimi de baltalıyordu.

Bongo’ya tırmanırken yüzüne bir gülümseme yayıldı. Artık bu hayattan elini eteğini çekiyordu.”

Şuradaki yaşlı elma ağacının pek de uygun olmayan bir dalında, Nora’nın salıncağı biraz yamuk bir biçimde asılıydı. Kuşların yemliklerini astığı metal direkte elini gezdirdi, artık orada değillerdi; kuş bakımını bir sonraki kuşağa devretmeyi belli ki becerememişti. Bu zavallı küçük yaratıklara olan sevgimi Solveig’le hiç paylaşamamıştım aslında. Onları gürültücü ve pis bulurdu. Kuşlar kendi yiyeceklerini kendileri bulamaz mıydı? Sonuçta doğanın yaratıklarıydılar, kendi kendilerine hayatta kalmak üzere dünyaya gelmiş olmaları gerekiyordu. Bu insanlara bağımlı olma meselesi, bu parazitlik asla aklına yatmıyordu Solveig’in. Bahçe mobilyaları yeni ve süssüzdü. Brandayı kaldırınca altından Trabant araba büyüklüğünde bir mangal çıktı. Aynı derece çirkin, sakil bir odun fırını da yeni beton zemini çevreleyen duvara monte edilmişti. Meret yer Kanarya Adaları sanki. Bu nedir yahu? Mavi bir ev ve zevksiz bahçe eşyaları. Olayın derinliklerine inmeliydi. Meseleye açıklık getirmek için posta kutusuna yöneldi. İlkten, iyimser ancak hastalıklı mavi renk gözünü aldığından önünden geçip gitmişti. Posta kutusunun üzerindeki isim hanesinde adı yoktu. Üstü çizilmiş falan da değildi; toptan kaldırılmıştı. Birisi büyük bir özenle kabartma harfleri yerinden sökmüştü. Hobi bıçağı kullanmış olmalılar, diye düşündü Doppler. Bayağı zaman almış olmalıydı. Birileri adını oradan silmeyi içtenlikle istemiş olmalıydı. Önceleri “Nora, Gregus, Bjørnstjerne, Solveig ve Andreas Doppler/Rohde” yazılı olan yerde şimdi “Nora, Gregus, Bjørnstjerne, Solveig” (uzun ve boş bir alan) “Rohde” ve altta, birazcık daha büyük kabartmayla ve kesinlikle büyük harflerle şu yazılıydı: “EGIL HEGEL”.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.