Atatürk - Belgeler, Elyazısıyla Notlar, Yazışmalar

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bu kitap, büyük bir bölümü Atatürk’ün kendi elyazısıyla yazdığı, Yapı ve Kredi Bankası Arşivi’nde bulunan Atatürk’le ilgili belgelerden derlenmiştir:
Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri tarafından tutulmuş küçük bir defterdeki Birinci Dünya Savaşı sırasındaki yazışmaları, Birinci Meclis’e milletvekili yollamak istemeyen Yozgat eşrafının mektubu, Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanı seçilmesinden sonra yaptığı konuşmanın metni ve Arif Oruç’la mektuplaşması, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin Anadolu’ya geçmesiyle ilgili yazışmalar, Londra Konferansı hakkında Mustafa Kemal Paşa’nın yazısı, Anadolu’daki savaşın olumsuz sonuçlanma ihtimali karşısında Meclis’in Kayseri’ye taşınmasıyla ilgili yazışmalar, Cemal Paşa’nın Paris’teki temaslarıyla ilgili Mustafa Kemal Paşa’ya mektupları, Başkumandanlık tartışmalarıyla ilgili muhaliflerin eleştirilerine cevaplar, 30 Ağustos Zaferi’nden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın bildirisi, Saltanatın Kaldırılması hakkında Meclis’te yaptığı konuşmanın kendi elyazısıyla notları ve İsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrıldıktan sonra CHP grubunda yaptığı konuşma metni orijinalleriyle birlikte yer almaktadır.

‘‘Türk Kurtuluş Savaşı’nın biri dışa öbürü de içe karşı olmak üzere iki yüzü vardır. Aslında hemen hemen bütün kurtuluş savaşlarında bu olguya rastlanır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın dışa karşı olan tarafı en fazla izlenmiş cephesidir. Fakat bu olayı askerî bir çerçeveye hapsolmuş olarak da görmemek gerekir. Çünkü her savaş aslında, ünlü bir savaş uzmanının söylediği gibi, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir. O halde, Ulusal Kurtuluş Savaşımız hangi siyasetin silahlarla sürdürülmesi demek olmuştur? İlk sorumuz bu olmalı.’’ - Bülent Tanör

Dışa Karşı Savaşın Özü

Kurtuluş savaşı örgütlenmesinde bir nokta turnusol kâğıdı gibidir. Bunu bir soru şeklinde ifade etmek gerekirse: Savaş hangi kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır? Bu soruya getirilecek yanıtlar, söz konusu hareketin ideolojik tabanını da büyük çapta açıklar.

Türk Kurtuluş Savaşı’nın kendini meşrulaştırma çabasında kullandığı kavram ve ilkelerin başlıcaları şunlardır: Müdafaa-i hukuk, irade-i milliye, hâkimiyet-i milliye, istiklâl-i millî, misak-ı millî, galeyan-ı milliye, kuva-yı milliye, seda-yı millet, müdafaa-i vatan, kudret-i milliye, vicdan-ı millî, milletlerin kaderlerini belirleme hakkı, Wilson İlkeleri, “Asya Asyalılarındır” şiarı, emperyalizme karşı savaş teması vb.

Dikkati çekmiştir; bu ilke ve kavramların hepsi dünyasal (seküler) ve milliyetçi karakterdedir. Daha açık bir deyişle Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı, ister yerel hareketler ve kongreler düzleminde olsun, isterse Kemalist önderliğin rehberliği altında olsun kendisini tanıtmak, kimliklendirmek ve meşrulaştırmak için dinsel ilke ve referanslara başvurmuştur. Hareket, bir “cihat” ya da “Hıristiyanlara karşı Müslümanlar” zeminine hiçbir zaman kaymamıştır. Bu nokta fevkalade önemlidir ve Türkiye’nin Kurtuluş sürecinin daha sonraki Kurtuluş sürecini nasıl beşerî ve dünyasal (laik) değerler yönünde besleyeceğinin de işaretidir.

Bu husus şu bakımdan da dikkat çekicidir: O tarihten sonra İslâm ülkelerinin bazılarında görülen önemli siyasal kalkışmalar, kendilerini genelde İslâmî yani dinsel kavramlarla açıklama ve meşrulaştırma yolunu seçmişlerdir. Cezair Kurtuluş Savaşı’ndan tutun da, son on yılın İran ve Afganistan hareketlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede, İslâm ideolojisi ve dinci dünya görüşü etkili ya da asıl rehber olmuştur.

Diyeceğim o ki Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi, dinsel birlik temasını başarıyla kullanmış olmakla beraber, öncü kadroları (yerel ve ulusal) ve ideolojisi itibarıyla feodal-dinci değil, burjuva milliyetçi bir karakter taşımıştır. Bu durum, savaş ertesindeki köklü değişmeleri zorunlu kılmış değilse bile, en azından mümkün hale getirmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nın niteliğiyle ilgili bir başka düğümlü nokta, bunun antiemperyalist bir mücadele mi, yoksa bir Türk-Yunan savaşı mı olduğudur. İkinci tezde ısrar etmeye devam eden bazı yazarlar, İngiltere’deki savaş aleyhtarı kanada, İtilâf bloğundaki çatlaklara ve Türkiye yanlısı politikalara (Fransa, İtalya), Kemalistlerin bunlardan yararlanma konforuna, Lozan günlerinde Boğazlar ve Musul konusunda gösterilen esnekliğe işaret ederler. Kabul edilsin ki emperyalizm zaten iç çelişkileri olan bir olgudur. Bu çatlaklar emperyalist blok içinde ve ülkeler arasında olabileceği gibi, aynı emperyalist ülkenin iç yapısında da kendini gösterebilir. İtilâf bloğunun önce Rusya’daki devrimle parçalanması, daha sonra da Fransa ve İtalya’nın Anadolu paylaşımından aradıklarını bulamayıp Türk milliyetçileriyle uzlaşma yoluna gitmeleri bunlardan birincisine verilebilecek örneklerdir. İngiltere’nin iç politikasında 1918’den sonra kendini iyice belli eden savaş yanlısı-savaş aleyhtarı kamplaşma da aynı ülke içindeki çelişkilere bir örnektir. O kadar ki, Anadolu’yu istilâ etme çabasındaki Yunanistan’da bile savaş yanlısı ve karşıtı klikler yok değildi.

İşte Türkiye’nin kurtuluşçu güçleri emperyalizmin bu iç çelişkilerinden hem savaş günlerinde hem de Lozan masasında yararlanma yoluna gitmişlerdir. Bunda da esas olarak son derece başarılı olduklarını kabul etmek gerekir. İngiltere ile Yunanistan’ın karşılıklı konuları da öğreticidir. Bunun özellikleri de “Türk-Yunan savaşı” dar çerçevesinin ne kadar anlamsız olduğunu bize gösterir. Birinci Dünya Savaşı bitiminde Mondros’ta emperyalist İtilâf bloğu adına İngiltere ve sadece bu ülkenin temsilcisi vardı. İşgaller için de Yunanistan kendiliğinden bir girişimde bulunmadı, yeşil ışık İtilâf ve özellikle de İngiltere tarafından yakıldı. Anadolu’da zorda kalan Yunanistan, Batı Anadolu’da bir “İyonya Devleti” kurulduğunu ilân ettiğinde (1922) de Lloyd George kendisini arkaladı. Bağımsızlığın kazanılmasından sonra Mudanya’da Yunan delegesi yine yoktu, müzakereciler üç büyük devletin temsilcileriydi. Lozan’da esas çatışma Venizelos ile İsmet Paşa arasında değil, Türkiye ile İngiltere arasında cereyan etti. Düvel-i Muazzama temsilcileri Yunanistan’ı unutmuşlar ama kapitülasyonlar başta olmak üzere hegemonyacı emelleri konusunda daha da duyarlı hale gelmişlerdi.

Savaşın dışa dönük kimliği konusundaki bütün veriler, aslında “Şark Meselesi”nin çözümü planlarının boşa gittiğini gösterir. Bunun ulusal mücadele açısından anlamı yalındır: Anti-emperyalist bir savaş.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.