Alacaceren

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bengi ve Gün... Parçalanmış bir ailenin ayakta kalmaya çalışan, birbirine sımsıkı kenetlenmiş iki küçük bireyi... Bengi küçücük bedeni ama kocaman kalbiyle sarılıyor kardeşine, evine, anne ve babasından geriye kalanlara... Sevgi ve bağlılık çatısı kuruyor terkedilmiş yuvanın üstüne. Çok sevdiği dedesinin de yardımıyla başarıyor, hayatındaki her sabahı mutluluk veren yeni bir sabaha dönüştürmeyi. "İstiyorum ki, bu yazdıklarımı okuyup sevenler, işi sürdürsünler gönülleri nasıl çekerse. Eksikleri tamamlayıp, geri kalanını dokusunlar..." diyen Nezihe Meriç'in son romanı Alacaceren Bengi ve Gün'ü hayatınızın unutulmaz parçaları yapacak.

Doğru, Böyle Sabahlar Vardı

Böyle sabahlar vardı evet. 'Da'lardan kurtarılmışları bile vardı. Çok eskiden. Gün daha ınga bebekti arabasında. Bengi de minicik bir kız. Uyanır uyanmaz, hemen anneyle babanın koynuna koşardı. Anne onu gıdıklayıp güldürürdü. Baba omzuna alır gezdirirdi evin içinde. Gün'ü arabasına koyup gezmeye çıkarırlardı, anneyle ikisi. Öyle nazlı, öyle güzel ağlardı ki. O zamandan belliydi böyle çok çekingen, içedönük bir kız olacağı. Anne Bengi'ye her zaman çukulata, gofret, bisküvi alırdı... Ne güzeldi o, 'bazı zamanlar'. Hemen bozulmaya hazır, en küçük bir imle hemen bozuluveren güzel 'an'lar. Çünkü, kavga hemen, her an kopabilirdi. Baba, Bengi daha minicikken, parmağını rakıya batırıp yalatırdı. "Herşeyi öğrensin benim kızım" derdi. "Rakıyı da baba elinden tatsın." Anne bazan gülerdi ama, çoğu zaman kızardı. "Aman Bülent! "derdi. "Çocuk gibisin. Yapma şöyle şeyler. Üf vallahi. Tıkanıyorum. Yeter içme artık. Sabrımı taşırıyorsun!" Ama baba hep içti. Annenin bağıra bağıra konuşmaya, ağlamaya başlaması o zaman çıktı ortaya. Giderek daha çok bağırdı, giderek daha çok ağladı. Şimdi düşünüyor da Bengi, demek ki çok çocukmuş, öyle pek fazla etkilenmezdi kavgalardan. Ya da alışmıştı. Anne bağırır çağırır, ilenir, ağlar kıyametleri koparırdı. Baba hiç aldırmazdı. Bağırmazdı. Daha çok içerdi. Şaka yapardı. "Bağırma, çirkin oluyorsun" derdi. Ya da "Komşular bana ne kadar acıyordur kimbilir, senin gibi bir cadının eline düştüğüm için" diye gülerdi. Anne avaz avaz bağırıp, ev kirası, elektrik parası diye bir şeyler söylemeye başlayınca da, "Eeeeee! Kes. Ne çirkinsin! Nasıl böyle çirkinlikler yapabiliyorsun!" der vurur kapıyı giderdi. İşte o zaman anne dizlerini yumruklayarak, saçlarını çekerek, ya da başını duvara vurarak hüngür hüngür ağlamaya başlardı. Bengi, o küçücük kız, ödü patlamış, sapsarı olmuş bir halde, koşup kolonya getirirdi ona, su getirirdi. Bu anneye öyle dokunurdu ki, Bengi'ye sarılarak daha çok ağlardı. Ya Gün? Küçüktü. Hiçbir şeye aklı ermiyordu. Babasının arkasından balkona koşar, "Baba! Baba! Bana bak, buradayım!" diye el sallardı.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.