-
COGİTO
- Sayı 114-115 Gelecek
- Sayı 113 Kadın Felsefeciler: Ahlak ve Siyaset Felsefesi Üzerine Yazılar
- Sayı 111 - 112 Sokrates
- Sayı 110 Utanca Bakmak
- Sayı 109 Sesli Düşünmek
- Sayı 108 Çocuk Düşüncesi
- Sayı 107 Hınç
- Sayı 105-106 Yoksulluk
- Sayı 104 Hakikat-Sonrası
- Sayı 103 Komplo Teorileri
- Sayı 102 Yurttaşlık Ne Âlemde?
- Sayı 101 Irkçılığı Görmek
- Sayı 100 Eleştiri Zamanı
- Sayı 99 Spinoza: Taze Bir Nefes…
- Sayı 98 Hasta Bir Dünyada Yaşlanmak
- Sayı 97 İmajı Düşünmek
- Sayı 95-96 İnsan sonrası
- Sayı Yaz 2019 Laiklikten Sonra
- Sayı 93 Yerküre Krizi, Dönüşen İnsan
- Sayı 92 Türkiyeli Kadın Felsefeciler
- Sayı 91 Neoliberalizmde Öznellik
- Sayı 90 Bugünün Distopyası
- Sayı 89 Hermeneutik
- Sayı 88 Maurice Merleau-Ponty
- Sayı 87 Yaralanabilirlik
- Sayı 86 Kötülük
- Sayı 85 Jean-Luc Nancy ve Felsefe’de Eros
- Sayı 84 Mekân ve Siyaset
- Sayı 83 Tasarım Ne Bekler?
- Sayı 82 Gilles Deleuze: Ortadan Başlamak
- Sayı 81 Annelik
- Sayı 80 Felsefede Hayvan Sorusu
- Sayı 79 Cogito, Öyleyse...
- Sayı 78 Aristotelesçilik
- Sayı 77 Aristoteles Özel Sayısı
- Sayı 76 Pierre Bourdieu
- Sayı 75 Nörobilim ve Felsefe
- Sayı 74 Siyaset Felsefesi
- Sayı 73 Tarihyazıcılığı
- Sayı 72 Tuhaflık ve Yaratıcılık
- Sayı 70-71 Michel Foucault
- Sayı 68-69 Dostluk
- Sayı 67 Sivil İtaatsizlik
- Sayı 65 Cinsel Yönelimler ve Queer Kuram
- Sayı 64 Heidegger: Varlığın Çobanı
- Sayı 63 Dünya Gözüyle Futbol
- Sayı 62 Kaos ve Karmaşıklık: Düzenli Düzensizlik
- Sayı 60 Darwin Devrimi: Evrim
- Sayı 59 Turist: Modern Çağın Seyyahı?
- Sayı 58 Feminizm
- Sayı 57 İroni
- Sayı 56 Paul Ricœur
- Sayı 55 İnsan Giyinir
- Sayı 54 Tragedya.
- Sayı 53 Fanatizm: Ya Bizdensin Ya Öteki
- Sayı 52 Walter Benjamin
- Sayı 51 Melankoli
- Sayı 50 Bellek: Öncesiz, Sonrasız
- Sayı 49 Freud ve Kültür
- Sayı 47-48 Derrida: Yaşamı Yeniden Düşünürken (sayı 47-48)
- Sayı 46 Ezoterizm.
- Sayı 44-45 Ten: Derinden (sayı 44-45)
- Sayı 43 Çer-Çöp
- Sayı 41-42 Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant (41-42)
- Sayı 40 Ölüm: Bir Topografya
- Sayı 39 Avrupa'yı Düşünmek
- Sayı 38 Şiir
- Sayı 37 Kan, damardan
- Sayı 36 Adorno: Kitle, Melankoli, Felsefe
- Sayı 35 Yeni İstanbul
- Sayı 33 Wittgenstein: Sessizliğin Grameri
- Sayı 29 Selçuklular
- Sayı 25 Nietzsche: Kayıp Bir Kıta
- Sayı 19 Osmanlılar Özel Sayısı
- Sayı 17 Bizans
- Sayı 14 Mayıs '68
- Sayı 10 Cogito, Öyleyse Descartes
- Sayı 9 Yüz Yılın Psikanalizi
- Sayı 8 kent ve kültürü
- Sayı 6 Şiddet (sayı 6-7)
- Sayı 4 Aşk
- Sayı 2 Kirlenen Çağ
- Sayı 1 Laiklik
- KİTAP-LIK
- SANAT DÜNYAMIZ
Aristoteles Özel Sayısı
Aristoteles, çağlar aşan öneme sahip bir filozof olarak hayranlık uyandıran bir külliyat geride bıraktı.
-
Sayı:
77 -
Dönem:
Yaz 2014
1994 yılında Laiklik sayısıyla yayın hayatına başlayan 3 aylık düşünce dergisi cogito bu sene 20. yaşını kutluyor. “Şiddet”, “Zaman”, “Takvim”, “Yüz Yılın Psikanalizi”, “Aşk” , “Feminizm”, “Cinsel Yönelimler” gibi dosyalarla, Descartes’tan Immanuel Kant’a, Jacques Derrida’dan Michel Foucault’ya pek çok düşünüre adanmış özel sayılarla Türkiye’nin düşünsel hayatına katkıda bulunan cogito 20. yılını iki sayılık bir Aristoteles Özel Sayısıyla kutluyor.
Haziran’da yayımlanan ilk sayı Aristoteles’in felsefesine ve metafizik, biyoloji, etik, politika ve poetika üzerine yazılarına odaklanan makalelerden oluşuyor.
Eylül ayında yayımlanacak Aristotelesçilik sayısında ise Aristoteles’in felsefe tarihindeki etkisi ele alınacak.
Cogito’dan
- Aristoteles Özel Sayısı
Aristoteles milattan önce 384 yılında doğduğunda; Homeros asırlar önce ölmüştü, Kleisthenes 123 yıl önce Atina’ya demokrasiyi getirmişti, Pythagoras ile Herakleitos 91 yıl önce ölmüştü, Pers Savaşları biteli 65 yıl olmuştu, Parmenides öleli 60-70 yıl olmuştu, Perikles’in 14 yıllık “Altın Çağ” iktidarı 45 yıl önce sona ermişti, Peloponnesos Savaşı 20 yıl önce sona ermişti, Sokrates 15 yıl öncesinde ölmüştü. Öte yandan Demosthenes aynı yıl doğmuştu, Akademeia 4 yıldır faaliyetteydi, Theophrastos 6 yaşındaydı, Ksenokrates 12, Diogenes 20, Speusippos 24 yaşındaydı ve Platon ise 43 yaşındaydı. İskender’in doğmasınaysa daha 28 yıl vardı.
Aristoteles çağlar aşan öneme sahip bir filozof olarak hayranlık uyandıran bir külliyat geride bıraktı. Ama Aristoteles’i Aristoteles kılan, onun eserlerinin nakil, terkip ve tertip hikayesi değildir kuşkusuz. Onun felsefeyi eyleme taşıma yordamı, mevcut külliyatı üzerine bina edilen felsefi gelenek, bu gelenekle hesaplaşma ve onun felsefesine yeniden dönme macerasıdır esasen Aristoteles’i Aristoteles kılan. Bir bakıma felsefe tarihi Platon ile Aristoteles ikilisi arasında hayat bulmuş, varlığını ortaya koymuştur. Platoncu başlangıçlardan mantık ve yöntem irdelemelerine, bu sayede felsefeyi Platon’un kavram aşkınlığından çıkarıp gözlem ve deneyim zeminine taşıyan Aristoteles, varlığın çeşit çeşit tezahür ve tecessüm minvallerinin neredeyse tamamına erişip ulaşmayı, onları sağlam bir terminoloji ve düşünme yordamıyla nakletmeyi amaç edinmişti. Bu amaçta da olabildiğince başarılı olmuştu. Öyle ki, halihazırda kullanılan veya kullanılmasına karşı çıkılan felsefi terminolojinin neredeyse tamamının kökeni işte tam da Aristoteles’in bahsettiğimiz “felsefeyi eyleme taşıma” gayretinde yattığını söylemek mümkündür. Aristoteles sayesinde kullanıyoruz “olanak”, “etkinlik”, “zorunluluk”, “olumsallık”, “madde”, “töz”, “amaç”, “ilke”, “tamamlanmışlık”, “mutluluk”, “form”, “cins”, “ilinek”, “özne”, “yüklem”, “arınma”, “iradesizlik” ve benzeri pek çok kavramı. Teknik terim olarak bizzat kendisinin icat veya lanse ettiği kavramlar bunlar. Aristoteles olmasaydı, yazmasaydı, öğretmeseydi; felsefe, siyaset ve ilahiyat; ahlak, sanat ve ruhiyat bildiğimiz gibi olmayacaktı. Aristoteles’in etkisi her yerde, herkeste, her alanda mevcut.
Aristoteles’in düşünce dünyasını yansıtan eserlerinin sonraki nesillere devredilmesinde belki de bir kurumun ve iki kişinin rolü çok büyük olmuştur. Bunlardan “kurum” olarak ifade ettiğimiz, kuşkusuz ki İskenderiye’deki muazzam kütüphanedir. Milattan önce üçüncü yüzyılda tesis edilen ve çağın en büyük kütüphanesi olma niteliğini taşıyan İskenderiye’deki bu kurum içinde başka pek çok düşünürün yanı sıra Aristoteles’in çalışmaları da saklanmıştır. Öte yandan bahsi geçen önemli kişilerden biri Rhodoslu Andronikos, diğeri ise Aphrodisiaslı Aleksandros’tur. Andronikos, Aristoteles’in felsefesini sürdüren peripatetik okulun üye ve yöneticilerinden biriydi ve milattan önce birinci yüzyılda Aristoteles’in (ve Theophrastos’un) mevcut eserlerini derleyip yayımlayarak günümüzde de kullandığımız Aristoteles külliyatını meydana getirmişti. Öte yandan Aphrodisiaslı Aleksandros milattan sonra ikinci yüzyılın sonları ile üçüncü yüzyılın başlarında kaleme aldığı meşhur Aristoteles yorum ve açıklamalarıyla o kadar önemli bir hale gelmişti ki, Aristoteles’i Aleksandros’suz okumak neredeyse imkansız olarak görülmeye başlanmıştı.
Aristoteles’in nakletme silsilesi içerisinde Plotinos ve okulu (milattan sonra üçüncü ve dördüncü yüzyıl), daha sonra da Süryani düşünür ve kilise adamları, Latince konuşan dünyada ise Boethius (altıncı yüzyıl) çeviri ve şerhleriyle önemli roller oynamışlardı. Öte yandan Sasani İmparatorluğu zamanında (yani üçüncü ila yedinci yüzyıllarda) İran’da Aristoteles, Zerdüştiliğin kadim hikmetinin uygulayıcılarından biri olarak görülmüş, özellikle onun Büyük İskender’in öğretmeni olması sebebiyle Zerdüşti hikmetin bu sayede dünyaya yayıldığı savunulmuştu. Daha sonraları, yani on ikinci asırda İran’da Sühreverdi’nin işrak felsefesinde Aristoteles’in önemli bir yeri olacaktı. Öte yandan Bağdat’ta Beyt’ül Hikmet’in kuruluşu (dokuzuncu yüzyıl), daha sonra on birinci yüzyılda büyük düşünür İbn Sina ile on ikinci yüzyılda büyük yorumcu İbn Rüşd’ün Aristoteles şerhleri, onu alımlama tarihimizin güzergahını belirleyecekti. Aynı yüzyılda, yani on ikinci yüzyılda Salisburyli John onu merkezi bir konuma taşıyacak, on üçüncü yüzyılda Paris ve Oxford üniversitelerinde Aristoteles yüksek öğretim müfredatının (skolastik felsefenin) odağını teşkil eder hale gelecekti (özellikle de Thomas Aquinas’ın çalışmaları ışığında).
Bu silsile, Ortaçağ sonrasında Aristoteles’e yönelik eleştirel bir tutumla devam etmiş, özellikle Francis Bacon’un 1620 tarihli Novum Organum’unda keskin bir karşı duruşa dönüşmüş, skolastik felsefe yeni bilimsel yöntemle aşılırken Aristoteles bu kez bir karşı kutup olarak değerlendirilmişti. Ancak 1879’da Papa 13. Leo’nun Thomas Aquinas felsefesini ve dolayısıyla Aristoteles’i Katolik Kilise’nin doktrin odağına taşımasıyla Yeni Aristotelesçilik denilebilecek hareket başlamış, buna paralel olarak filolojik mülahazalara ve Aristoteles’in doğa bilimsel görüşlerine vurgu yapan akademik çalışmalar da odağa taşınmaya başlanmıştı. Bu itibarla Immanuel Bekker’in Berlin Bilimler Akademisi için 1830’lu yıllarda yaptığı Aristoteles edisyonu, sonraki yüzyıldaysa Werner Jaeger’in 1923 tarihli Aristoteles kitabı ile Ross’un 1924 tarihli Metafizik edisyonu çağdaş Aristoteles çalışmalarının yolunu açan önemli abideler olarak karşımıza çıkacak ve böylece çağımıza kadar Aristoteles felsefi önemini hiç kaybetmeyecekti.
İşte bu tarihi bağlamda içinde Yapı Kredi Yayınları tarafından yirmi yıldır yayınlanmakta olan Cogito dergisi için adına yaraşır bir “Yirminci Yıl Özel Sayısı” hazırlama fikri ortaya çıkınca ilk akla gelen isim doğal olarak Aristoteles oldu. Türkiye’nin önde gelen felsefe araştırmacılarına davet yazılarımızı gönderdikten sonra bu sefer çok şaşırtıcı ve hoş bir sürprizle karşılaştık: o kadar yoğun bir katılım söz konusu olmuştu ki “Aristoteles Özel Sayısı”nı iki ayrı cilt ve sayı olarak çıkarmaya karar verdik. Bu durum, Türkiye’de bir tür “Yeni Aristotelesçilik” veya “Aristoteles Rönesansı” yaşanmakta olduğunun da işaretidir.
Aristoteles Özel Sayısı’nın bu birinci cildi, münhasıran Aristoteles’e ve onun felsefesine odaklanan yazılardan oluştu. Bir sonraki sayıda ise Aristotelesçilik ve Aristoteles’in felsefe tarihi içindeki etkisini ele alan yazılar yer alacak. Cogito dergisinin bu çok özel yılında Aristoteles özel sayılarına çalışmalarıyla katkıda bulunan bütün felsefe araştırmacılarımıza öncelikle en içten teşekkürlerimi sunarım.
Bu birinci cildin odağı Aristoteles ve felsefesi oldu. Bu sayıda yer alan yazıları şu şekilde tasnif ettik: Başta metafizik, sonra biyoloji, ardından etik ve politika ve son olarak da poetika konularını işleyen yazılar bu sayıda yer alıyor.
İlk yazı Hakan Yücefer’in. Bu yazı tam bir çerçeve sunuyor: Aristoteles’in metafiziğe ilişkin felsefesini son derece yetkin ve kapsamlı biçimde ele alıyor. Ardından Gurur Sev’in “Metafizik”in ana kitapları olarak kabul edilen Zeta, Eta ve Theta’yı aslına en uygun şekilde bu sayı için özel olarak çevirdiği çalışması ve açıklamaları yer alıyor. Bu çalışmadan sonra Esra Çağrı Mutlu’nun ayrıntılı bir töz ve madde kavramları analizini içeren yazısı geliyor. Bunu Aylin Çankaya’nın ve ardından da Zeki Özcan’ın “nous” hakkındaki ayrıntılı makaleleri takip ediyor. Özel sayımızın metafizikle ilgili bu bölümünü Saffet Babür’ün Martin Heidegger’in “Aristoteles Felsefesinin Temel Kavramları” başlıklı dersini içeren kitabından yaptığı son derece önemli çeviri ve açıklamalarıyla kapatıyoruz. Bu çalışmadan sonra biyolojiyle ilgili kısım geliyor. Ömer Aygün’ün bu sayı için özel olarak “Hayvanların Üremesi Üzerine”den çevirdiği çalışması ve bununla ilgili yorum ve görüşlerini içeren makalesi burada yer alıyor. Bu iki çalışmayı takiben etik ve politika kısmına geçiliyor. Burada başlangıcı Hatice Nur Erkızan’ın Aristoteles’in insan doğası anlayışı ile Mustafa Günay’ın Aristoteles’te insan anlayışını inceleyen makaleleri yapıyor. Ardından Nazile Kalaycı’nın “eudaimonia” hakkındaki ayrıntılı çalışması, bunu takiben de Charilaos Platanakis’in dostluk üzerine kaleme aldığı makalesi yer alıyor. Bu iki yazıdan sonra Sevgi İyi’nin Aristoteles’te pratik felsefenin yerini inceleyen makalesi ve Kaan H. Ökten’in Aristoteles’te adalet ve seçim konulu incelemesi geliyor. Daha sonra da Barbaros Yanık’ın Aristoteles’te vatandaşlık ve ortak çıkar meselesini inceleyen makalesi yer alıyor ve böylece özel sayımızın etik ve politika bahsi kapanmış oluyor. Son olarak da poetika ve tragedya ile ilgili iki çalışma yer alıyor. Bunlardan ilki Volkan Yücel’in Aristoteles’teki bu konuyu bir toplumsallaştırıcı anlatı olarak yorumlayan makalesidir. İkincisiyse Tufan Çötok’un Aristoteles’in tragedya anlayışında öykünün yerini inceleyen çalışmasıdır. Bu yazıyla birlikte Aristoteles Özel Sayısı’nın bu cilt ve sayısı sona eriyor.
Sunuşumun sonunda iki kişiye ayrıca teşekkür etmeyi borç bilirim: Öncelikle Şeyda Öztürk’e teşekkür ediyorum. Cogito’nun uzun yıllar editörlüğünü yapmakta olan Şeyda, bu derginin Türkiye’deki entelektüel tartışmalara yaptığı önemli katkının baş mimarlarından birisi. Kendisinin Aristoteles Özel Sayısı için gösterdiği emek çok büyük oldu. İkinci olarak da sevgili meslektaşım Ömer Aygün’e teşekkürlerimi sunuyorum. Kendisi bu sayıya müthiş bir özveriyle çok önemli katkılar sağladı. Türkiye’de Ömer hocam gibi bir akademisyenin bulunması çok büyük bir şans.
Hem Şeyda’ya, hem Ömer’e ve hem de bu sayımıza çok değerli çalışmalarıyla katkıda bulunan bütün felsefe araştırmacılarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyor, bu sayının Türkiye’de yaşanmakta olan Aristoteles Rönesansına katkıda bulunmasını diliyorum.
Kaan H. Ökten
- Hakan Yücefer • Aristoteles’in Metafiziği
Çok İsimli ve Çok Konulu Bir Araştırma: Metafizik
Aristoteles’in Metafizik’i karmaşık yapısıyla bütüncül okumalara direnen bir metin. Bütüncül okuma derken metnin farklı bölümlerini aynı bütünün parçaları olarak birbirine bağlayabilecek, araştırmanın farklı aşamalarını konu ve yöntem birliğini gözeterek aydınlatabilecek, ilk bakışta çelişik ya da anlaşılmaz görünen pasajları bu birliğin ışığında çelişik ve anlaşılmaz olmaktan çıkarabilecek kapsamlı bir okuma girişimini kastediyorum. On dört kitaptan ya da bölümden oluşan Metafizik Aristoteles’in diğer metinlerinde en azından bu yoğunlukla görmeye alışık olmadığımız bir dağınıklık sergiliyor. Elbette bu baş döndürücü metin sayesinde “Aristotelesçi ontoloji” hakkında birçok şey öğreniyoruz, ama bu öğrendiklerimizi tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde birleştirmeye kalktığımızda her adımda yeni sorunlarla karşılaşıyoruz. Metafizik zenginliğiyle, tüketilemezliğiyle hep yeni okumaları, yeni yorumları teşvik ediyor, ama bunu yaparken bütüncül okumalara direnmeye de devam ediyor.
Peki tüm bu direncin kaynağında ne var? Bütüncül bir Metafizik okumasının önündeki başlıca engel nedir? Elyazmalarının durumuyla ilgili sorunlar, Aristoteles’in yazım tarzının karmaşıklığından, bu metinlerin muhtemelen “yayımlanmak” üzere değil ders notları olarak kullanılmak üzere hazırlanmış olmasından kaynaklanan sorunlar, ele alınan konuların zorluğu ve öne sürülen fikirlerin yeniliğinden kaynaklanan sorunlar belirleyici bir önem taşıyor kuşkusuz. Ama öyle görünüyor ki bütüncül okumanın önündeki başlıca engel metnin konusunu ya da araştırmanın nesnesini belirlemenin güçlüğü. Bu güçlük metnin belirgin bir konusunun olmamasına, yani temel araştırma nesnesi olmaya aday temaların yokluğuna dayanmıyor. Aksine, Metafizik’in birden fazla belirgin konusu var, temel araştırma nesnesi olmaya talip birden fazla aday var ve bunları tutarlı biçimde tek bir araştırmanın çerçevesine sığdırmak hiç de kolay değil. Aynı şekilde, metin boyunca yürütülen araştırmaya verilebilecek birden fazla isim var. Aristoteles araştırmasının nesnesini çeşitli şekillerde belirlerken bir yandan da araştırmanın geneli için birden fazla isim ya da başlık öneriyor.
Aristoteles’in önerdiği bu başlıkları ve her bir başlığa karşılık gelen araştırma nesnesini ele almadan önce “metafizik” sözcüğünün Aristoteles’e ait olmadığını anımsatmak faydalı olabilir. Aristoteles kendi metnini Metafizik olarak adlandırmadığı gibi kitap boyunca bu sözcüğü bir kere bile kullanmıyor. Üstelik kitaba bu başlığın hangi dönemde, kim tarafından, hangi amaçla verildiğini saptamak da mümkün değil. Yaygın kabul gören bir ilk hipoteze göre, kitaba bu başlığı veren kişi sadece metinleri sınıflandırma kaygısı taşıyordu ve metafizik sözcüğünü teknik, felsefi anlamda değil sınıflandırıcı anlamda kullanıyordu. “Metafizik”in Yunancası ?? µ??? ?? ??????, yani çoğul olarak metafizikler ya da fizikten sonra gelenler, yorumlayarak söylersek: doğayla ilgili araştırmalardan sonra gelen araştırmalar. Bu başlığı bulan kişiye inanacak olursak, Metafizik adı verilen kitap Fizik adı verilen kitaptan hemen sonra yazılmış ya da Aristoteles’in elyazmaları kütüphanelerde sınıflandırılırken Metafizik’i oluşturan metinlere Fizik’i oluşturan metinlerden hemen sonra yer verilmiş. Dolayısıyla ilk bakışta metafizik sözcüğünün yalnızca kronoloji ya da sınıflandırma açısından bir anlamı var. Kitaba Metafizik adının verilmesinin, Aristoteles’in hiç kullanmadığı bir sözcüğün en temel kitaplarından birinin başlığı haline gelmesinin nedeni belki de sadece bu. Bir adım daha atalım ve metne bu başlığın verilmesinin biraz daha felsefi bir sebebi olup olmadığını soralım. Aristoteles’e ait olmayan bu başlık metinlerin yazılış sırasıyla ya da kütüphanelerde sınıflandırılmasıyla değil de Aristoteles metinlerinin hangi sırayla okunması gerektiğiyle ilgili olamaz mı? Başka bir deyişle, bu başlığı öneren kişi “Aristoteles’i en doğru şekilde anlamak için önce Fizik derslerini, sonra Metafizik derslerini okumak gerekir” diye düşünmüş, metne bu yüzden “Fizik’ten sonra gelenler” başlığını vermiş olamaz mı? Metnin başlığıyla ilgili bu ikinci ve görece felsefi hipotez Aristoteles’in sık sık başvurduğu bir ayrıma, “bizim için daha bilinir olan” (?????µ?????? ???? ?µ??) ve “kendinde daha bilinir olan” (?????µ?????? ?????) ayrımına dayandığı ölçüde epeyce ikna edici. Aristoteles’e göre, öğrenme süreci bizim için daha bilinir, daha açık, daha tanıdık olan, dolaysızca erişebilir olduğumuz şeylerle başlıyor. Ama bu dolaysız bilgi çoğu zaman zihnimizi tatmin etmiyor, “bizim için” açık olan şeyler çoğu zaman “kendinde” ya da “doğası gereği” açık olan şeylerle örtüşmüyor. Araştırmaya devam ediyoruz ve dolaysız bir bilgiden daha soyut bir bilgiye, kısmi ve tikel bir bilgiden daha kapsayıcı, tümel bir bilgiye doğru ilerliyoruz. Araştırmamız tamamlanmadığı sürece bu soyut ve tümel bilgi bizim için açık değil, ama aslında “kendinde” daha açık, çünkü tikel bilginin karmaşıklığının ötesinde bir yalınlığa sahip. Aristoteles’in Ruh Üzerine’de dediği gibi, belirgin olmasına rağmen aslında karanlık olan bir bilgiyle başlıyoruz, kendinde açık, kavramsal düzeyde açık bir bilgiye doğru ilerliyoruz. O halde Metafizik başlığının kaynağıyla ilgili ikinci hipoteze göre, başlığı bulan kişi Fizik metniyle Metafizik metninin hızlıca özetlemeye çalıştığımız bu iki farklı bilinebilirlik düzeyine karşılık geldiğini düşünüyor. En iyi okuma stratejisi Fizik’ten başlayıp Metafizik’i daha sonraya bırakmak, çünkü hareketinin ve durağanlığının ilkesini kendinde taşıyan duyulur, cisimsel varlıklarla ilgilenen Fizik “bizim için daha açık” bir metin. Demek ki Metafizik dolaysızca ulaşamadığımız, ama “kendinde daha açık”, daha kapsayıcı ve tümel bir bilgi barındırıyor ve bu bilgi aslında Fizik’ten öğrendiklerimizi aydınlatmayı sağlayacak. Metafizik kendi başına Fizik’ten daha açık, ama Fizik de bizim için Metafizik’ten daha açık.
Devamı Cogito bu sayıda
Esra Çağrı Mutlu • Aristoteles’te Töz (Ousia) Bağlamında Varlığın Çokanlamlılığı ve Maddenin (Hyle) Rolü
Aylin Çankaya • Aristoteles’te Nous ve Noesis Kavramları Üzerine Belirlemeler
Zeki Özcan • Aristoteles’te Noûs Kavramı
Martin Heidegger • Aristoteles’in Temel Kavramları
Aristoteles • Hayvanların Üremesi Üzerine, III, 10
Ömer Aygün • Aristoteles İş Başında Hayvanların Üremesi Üzerine, III, 10
Hatice Nur Erkızan • Aristoteles’te İnsanın Doğası Üzerine
Mustafa Günay • Aristoteles’in İnsan Anlayışı
- Nazile Kalaycı • Daimon’dan eudaimonia’ya: Aristoteles’te mutluluk
Giriş Aristoteles tarafından politikanın ereği olarak belirlenen eudaimonia?’nın -her ne kadar bir anlamı mutluluk olsa da- günümüzde mutluluktan anlaşılan şeyle çok da fazla ilgisi yoktur. Eudaimonia ne haz yaşamı, ne geçici bir ruh hali, ne de başımıza şans eseri gelen bir durumdur; dahası tanrı vergisi de değildir. Bir kişiye hayatı boyunca eşlik eden daimon’un yönünü iyi’ye çevirmesi anlamına gelen eu-daimonia, insanın “işini iyi yapması”, “iyi yaşaması” ya da bu anlama gelmek üzere “ruhun erdeme uygun etkinliği”dir. Öte yandan bu etkinliği ruhu kaplayan bir duygulanım biçiminden büsbütün ayırmak da doğru olmayacaktır; eudaimonia hem bir tür etkinlik ve yaşam biçimi, hem de ulaşılmaya çalışılan bir erektir; hem sürece içkin bir durum, hem de süreç sonunda varılmak istenen hedeftir. Aristoteles eudaimonia’yı özelden çok kamusal bir mesele olarak belirlemiş ve yurttaşın politik tavrıyla ilgisinde ele almıştır. Politika ise insanın kendini gerçekleştirdiği bir etkinliktir. Bu yazıda amaçlanan Aristoteles’in mutluluğu nasıl ele aldığını incelemekten çok eudaimonia ile daimon arasındaki ilişkiye odaklanmaktır. Bu amaç doğrultusunda Aristoteles’in eudaimonia’ya dair düşünceleri klasik tragedyalardaki koronun daimonik işleviyle ve felsefe tarihine “Sokrates’in daimon’u” olarak geçen olguyla karşılaştırılarak ele alınacaktır; sonuç bölümünde ise hepsinde ortak olan politik tavır “kolektif bellek” ve “tanıklık” bağlamında yorumlanacaktır.
I- Eski Yunan kültüründe daimon ne Olympos tanrıları gibi kişileştirilmiş bir tanrıdır, ne de evrensel ya da bireysel bir ruhtur; bir bedeni olmayan daimon ölümlüler ile tanrılar arasında aracılık eden, bu nedenle ikisiyle de ortak unsurlara sahip olan cisimsiz bir güçtür. Öte yandan hayaletler, kahramanlar, Hades’e ait varlıklar, bilgeler (söz gelişi Sokrates’e kılavuzluk eden dehası) bu unsura ortaklaşa sahiptir. Klasik metinlerde, kimi zaman, kader (tykhe) ya da bireylerin kaderlerini kontrol eden yazgı (moira) olarak da yorumlanmıştır. Platon’un Phaidon diyaloğunda, ölen insanların Hades’e -onlara ömürleri boyunca kılavuzluk etmiş olan- daimon’larının kılavuzluğunda gidecekleri ve başka bir daimon tarafından geri getirilecekleri anlatılır. Hesiodos ise, Zeus’un, sonraki dönemin ölümlülerine kılavuzluk etsinler ve toprağı korusunlar diye, Altın Çağ’ın insanlarını daimon’a dönüştürdüğünü anlatır. Kısacası daimon bir tanrı değildir ama ölümlü olanı ölümsüzlüğe, sınırlı olanı sonsuzluğa taşıyan tanrısal bir güç ya da etkinliktir. Klasik metinlerde “tanrısal”a (theion) yakın anlamlı kelimeler “sonsuz” (aidion), “bozulmaz” (anolethron), “ölümsüz”dür (athanaton); bu nedenle daimon’un da bu özelliklere sahip olduğunu söylemek, onu sonsuz-bölünmez-ölümsüz bir güç ya da etkinlik olarak belirlemek yanlış olmasa gerek. Eski Yunan’da bu etkin-güç/kudret bir yandan dini pratiklerde, diğer yandan politik etkinliklerde kendini göstermektedir.
II- Klasik tragedyalarda “koro” oyunun sahneye sahne-dışından sesler taşıyan (neredeyse toplumun bilinç-dışına bağlanan) unsurlarından biridir; sahnede temsil edilmeyeni, esasen temsil de edilemeyecek olanı ima ederek, sezdirerek sahneye taşımaktadır (çünkü belirsiz-karanlık-sonsuz olanın sözlerle, kavramlarla temsil edilmesi mümkün değildir). Koro oyuncuların başına gelenleri bir anlam çerçevesine sokarak her bir tragedyada farklı bir içerikle karşımıza çıkan olayların ardındaki ortak biçimi, trajik olanın a priorisini dile getirir. Koronun hatırlattığı, genel olarak söylemek gerekirse, her varlığın ardındaki hiçlik, her belirlemenin ardındaki belirsizliktir. Tragedyalarda koronun daimonik bir işlevi vardır. Bu işlev, biri negatif-engelleyici bir içses, diğeri pozitif-kurucu politik bir tavır olmak üzere iki şekilde ele alınmalıdır: Koro bir yandan kralın ya da tiranın içsesi gibi hizmet görerek onu ölçüsüz davranışın sonuçlarına karşı uyarmaktadır (mutlak adaleti hatırlatmaktadır); diğer yandan farklı bakış açılarını sahneye taşıyarak seyirciye yaşattığı trajik kavrayış aracılığıyla kahramanları ve onların edimlerini toplumsal hafızanın parçası kılmakta, tanıklığın politik gücünü ifade etmektedir.
Tragedyalar polis’in kamusal şenliklerinde bir sahne gösterisidir; ama onları salt bir sanatsal biçim olarak belirlemek doğru olmayacaktır, çünkü toplumsal ve politik bir kurum gibi hizmet görmekte, bilinçlerde hâlâ mevcut olan yakın geçmişin söylence dünyası karşısında yeni kurulmakta olan polis’in değerler sistemini tartışma konusu yapmaktadırlar. Klasik tragedyalarda trajik-kahraman ile kral/tiran arasında (hatta physis ile polis arasında) yer alan koro kolektif bir varlığa sahiptir; sözleri karmaşık ve liriktir; neredeyse zaman-dışıdır, anakroniktir. Bu nedenle koro çizgisel zamanın akışını kesintiye uğratmaktadır; anakronik olduğu için kurma-yıkma diyalektiğinin sınırındadır ve bu yüzden de şiddet içermeyen bir varoluş biçimine örnektir. Koro oyunculardan biri değildir; bu nedenle oyuncular gibi eylemde bulunmaz, oyuna gözlemci ve yorumcu olarak katılır; oyun boyunca vicdanın sesi işlevi görerek (koro oyun boyunca oyuncuları hybris’in ya da phronesis’ten uzaklaşan tekhne’nin sonuçlarına karşı uyarır) izlenimleri ve kanıları dönüştürür. Tragedyalarda (genel olarak) kahramanlar oyun sonunda ölür; eylemde bulunmayan koro ise seyircilerle birlikte yaşamaya devam eder.
Devamı Cogito bu sayıda
- Sevgi İyi • Aristoteles ve Uygulamalı Felsefe
Felsefe teorik bir etkinlik olarak görülür genellikle. Dolayısıyla günlük yaşamdan uzak, yaşam sorunlarıyla pek ilgili olmayan bir alan olduğu düşünülür. Oysa başlangıcından beri felsefe kimi tarihsel dönemlerin dışında, yaşam sorunlarıyla yakından ilgili olmuştur hep. En teorik soruların ele alındığı durumlarda bile filozofların aslında günlük yaşamın içinden çıkıp gelen sorunlarla yakından ilgilendikleri görülmektedir. Eskiçağda bunun en iyi örneklerinden biri Aristoteles’tir.
Eskiçağda felsefeyi doruğuna taşıyan Aristoteles bilindiği gibi felsefenin dört temel alanını birbiriyle bütünleştirip sistematik hale getiren ilk filozoftur. Bu bakımdan Eskiçağda felsefenin teorik yönde gelişimine katkısı büyüktür. Gerçi onun bu başarısında hocası Platon’un, dolayısıyla da Sokrates’in önemli bir payı vardır. Ayrıca, bu başarıya Sokrates öncesi düşünürlerin yapmış olduğu katkıyı da unutmamak gerekir. Bu filozoflar felsefenin hepimizce bilinen dört temel alanının (varlık felsefesi, bilgi felsefesi, mantık, etik) temelini atmış, Aristoteles de bunları birbirine bağlayarak felsefeyi tam ve bütünlüklü bir teorik etkinlik olarak ortaya koymuştur. Bundan dolayı Aristoteles daha sonra yapılan teorik ve pratik felsefe çalışmaları için vazgeçilmez bir kaynak olmuştur. Örneğin kendi döneminde Stoa Okulu ve Roma Dönemi düşünürleri özellikle pratik sorunlar konusunda büyük ölçüde Aristoteles’ten beslenmişlerdir. Daha sonra Ortaçağın önemli filozofları (örneğin Thomas Aquinas, Abelardus) yine büyük ölçüde Aristoteles’e dayanarak felsefe etkinliğini sürdürmüşlerdir.
Felsefe tarihindeki yeri ve önemi tartışılmaz olan Aristoteles daha sonraki dönemlerde de bazen örtük bazen de açık şekilde ana başvuru kaynağı olma özelliğini taşımıştır. Bu durum günümüz için de geçerlidir. Aristoteles’in daha sonraki çalışmalarda onu böyle vazgeçilemez kılan yanı yukarıda da belirtildiği gibi felsefenin belkemiği olan dört temel araştırma alanını bütünleştiren bir teorik felsefe ortaya koymuş olmasıdır. Dolayısıyla ister günümüz ister sonrası için olsun, felsefe yapmanın söz konusu olduğu her durumda Aristoteles’e başvurmak, başka deyişle ondan yardım almak kaçınılmaz bir gereksinimdir.
Bu yazının konusu, Aristoteles’in ele aldığı teorik felsefe sorularına verdiği yanıtlarla, felsefe tarihi için önemi ve değeri tartışılmaz olan görüş ve düşünceleriyle doğrudan bağlantılı değildir. Kısaca söylenirse bu yazıda Aristoteles’in, günümüzde önem kazanmış olan uygulamalı felsefe çalışmalarına kaynaklık edebilecek kimi düşünceleri üzerinde Retorik adlı kitabı çerçevesinde durulacak ve onun günlük yaşamda, çoğunlukla kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkan sorunlara ışık tutabilecek, bu sorunların çözümüne yardımcı olabilecek felsefi yaklaşımının önemi belirtilmeye çalışılacaktır. Böylece felsefenin günlük yaşamdaki sorunlarla da çok yakından ilgilenen bir alan olduğunu gösterebilecek önemli bir örneğe yer verilmiş olacaktır.
Aristoteles’in (aslında bütün filozofların) ister teorik olsun ister pratik olsun ele aldıkları her sorun günlük yaşamla doğrudan ya da dolaylı şekilde bağlantılıdır. Çünkü felsefe yapma etkinliği günlük yaşamın olağan akışında çeşitli olaylar ve olgularla sürekli karşı karşıya olduğumuz bir etkileşim ortamında kimi sorular ortaya atmakla, başka deyişle çoğunlukla farkına varılmayan ve olağan görülen şeylerde kimi sorunlar görmekle, olan biteni sorunlaştırmakla başlayan bir ekinliktir.
Felsefenin, “hakikatin bilgisi” olarak adlandırılmasını uygun bulan Aristoteles (Metafizik, 993b 20) her ne kadar teorik bir bilgi alanı diye görse de onun, uygulama alanlarıyla, başka deyişle “uygulamalı” ya da “pratik bilimler” ile olan yakın ilişkisini de hiç göz ardı etmemiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi Nikomakhos’a Etik adlı eseri bunun en iyi örneğidir. Retorik adlı kitabı da aynı özelliği gösteren bir örnektir. Acaba Aristoteles, siyaset etkinliği için temel bir bilgi alanı olarak etik sorunları ele alan Etik’in yanında retorik/“konuşma sanatı” üzerinde neden durmak istemiş ve bu etkinlikle ilgili kimi noktalara açıklık getirme gereğini niye duymuştur? Bu soruyla ilgisinde Ross’un yaptığı şu saptama önemlidir. Ross, Eski Yunan toplumunun hem siyaset etkinliğini hem de mahkeme tartışmalarını seven bir toplum olduğunu, ayrıca da düşünsel (theoria) merakı yüksek bir toplum olduğunu belirtmektedir. Buna, genel olarak herkesçe bilinen ve kabul gören şu düşünce de eklenebilir: Her teorik bilgi aslında uygulama alanlarıyla ilişkisinde anlamlı ve önemlidir. Ross’un belirttiği nokta teorik felsefenin gelişebilmesi için nasıl bir ortamın daha elverişli olduğu konusunda fikir verici olması bakımından da dikkate değerdir. Böylece Eskiçağda felsefenin teorik bir etkinlik olarak gerçekleşmesi yönünde hayli çaba göstermiş ve onun gelişimine önemli katkıda bulunmuş olan filozofların bu düşünsel merakının pratik sorunlara olan ilgilerinden kaynaklandığını gözden kaçırmamak gerekir.
Retorik’te Aristoteles’in o günün koşullarında hem mahkeme tartışmaları hem de siyaset etkinliğiyle ilgisinde “kişi karakterleri” ve “heyecanlar”/duygulanımlar (???? /emotions) üzerinde durması ve bunları analiz etmesi bugün için de öğretici niteliktedir. “Heyecanlar” ve “duygulanımlar” bilgi edimleri değildirler. Başka deyişle bunlar zihinsel veya bilişsel nitelikte değildirler ama insan davranışları ve eylemleri üzerinde çoğu zaman bilgi edimlerinden daha fazla etkileri olmaktadır. Bunlara genel olarak duygulanım edimleri (emotional acts) denebilir. Örneğin öfkelenme, üzülme, sevinme, sevme, nefret etme, tiksinme gibi edimler bunlardan bazılarıdır. İnsanın bu türden edimlerinin olması doğaldır ve yaşam alanında bir işlevi vardır. İnsanın ruhsal yaşamı bir bakıma bunlarla varlık bulur. Ancak bu edimlerin yapı özelliklerinin bilinmesi, insanların hem başka insanlarla ilişkileri hem de dış dünyayla etkileşimleri bakımından önemlidir. Bundan dolayı Aristoteles’in eylemlerde ve kişilerarası ilişkilerde etkili olabilen kişi özellikleriyle ilgili kimi düşüncelerini ele almak, hem felsefe ile bazı uygulamalı insan bilimleri arasındaki yakınlığı görmek hem de “uygulamalı felsefe”nin kendi temelleriyle olan bağını gözden kaçırmamak için önemli görünmektedir. Böylece felsefenin Eskiçağda Aristoteles’in elinde bir bakıma en teorik haliyle gerçekleştiği dönemde bile aynı zamanda hayatın içinde, günlük sorunlarla son derecede ilişkili bir alan olduğunun bir kez daha hatırlanması günümüz dünyasında ortaya çıkan insan sorunlarına daha uygun bir yaklaşım belirleme konusunda faydalı olabilir belki.
Devamı Cogito bu sayıda
Barbaros Yanık • Aristoteles’in Vatandaşlık Kavramı ve Ortak Çıkar Meselesi
Volkan Yücel • Aristoteles’in Poietika’sı – Toplumsallaştırıcı Anlatı
Tufan Çötok • Aristoteles’in Tragedya Anlayışında Öykünün Değeri
Geçen Sayıdakiler
Sayı 76 Pierre Bourdieu
Yazarlar Hakkında