Nijinsky’nin Günlüğü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Geçtiğimiz yüzyılın dâhilerinden Vaslav Nijinsky, olağanüstü dans yeteneğiyle izleyicileri büyüler ve çok genç yaşında üne kavuşur. Ne var ki alışılmadık düşünce ve duygu evreniyle “dış” dünyanın uyuşmaması sonucu ömrünün yarısını akıl hastanelerinde geçirir. Bu zorlu yolculukları öncesinde kaleme aldığı ve çok sonraları kızının eşyaları arasında bulunan günlüğü, bir dâhinin dünyanın “normal” insanları ve çarkları arasında nasıl yitip gittiğini çarpıcı biçimde ortaya koyar. Nijinsky’nin Günlüğü, saf bilincin sınır tanımayan akışıyla, yeryüzü medeniyetine ilişkin derin bir sorgulama fırsatı sunuyor. Üzerinde yaşadığımız gezegene ettiklerimizi bir kez daha düşünmek için...

Dostoyevski’nin Budala’sını okumaya başladığımda on sekiz yaşındaydım. Yazarın amacını çok iyi anlamıştım, acemice onun kitaplarını ve Gogol’ünkileri incelemeye başladım, çünkü içimde yazar olma arzusunun filizlendiğini hissediyordum. Puşkin’in şiirlerini kopya ettim, bu yolla onun gibi öyküler yazabilmeyi umuyordum. Çok sayıda şiiri kopya ettikten sonra, yaptığım işin saçma olduğunu fark edip buna bir son verdim. Sade bir yaşam sürüyorduk ve artık ekmeğimizi kazanabiliyorduk. Konuşmayı çok seven annem, yeterince yiyeceğimiz bulunduğundan emin olduğunda birçok insanı eve çağırıyordu. İnsanlarla ilişki kurmaktan hoşlanıyordu ve ben de bu toplantılarda önemli insanları dinlemekten keyif alıyordum. Onların sözlerinden öğrendiklerim, en az o çevre kadar çekici geliyordu bana. Daha sonraları, onların kafalarına taktıkları şeylerin benim önemsediklerimden ne kadar farklı olduğunu anladım. Onları çok seviyordum ve onlarla, aralarına giremediğim gençlerden çok daha iyi anlaşıyordum. Ben hiç içki içmezdim ama gittiğim okuldaki bir çocuk votka içiyordu. Okul bizi aynı çatı altında tutuyor ama alışkanlıklarımızın aynı olmasını sağlayamıyordu ve o solgun yüzlü, sivilceli çocuğun o kadar içme alışkanlığını nereden edindiğini bilmiyordum. Sınıfındaki çocuklarla bir türlü anlaşamayan bir öğretmenimiz vardı. Çocuklar çalışma salonuna kapanıp hoşlarına giden kitapları okumayı ya da orada arkadaşlarıyla görüşmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Çocuklarla birlikte bulunmanın bir öğretmen için çok yorucu olduğunu kabul ediyorum ama bunu çocuklar anlamayabilir. Bu gibi koşullarda eğitim almanın ne demek olduğunu bildiğimden, Kyra’nın aynı şeylere tanık olmasını istemiyorum. Kanımca, çocuklarını yabancılara emanet etmek yerine anne-babalar bu eğitimi kendileri üstlenmeli, o yabancılar hiç de keyif almadan, tüm yaşantıyı etkileyebilecek denli zor bir göreve soyunuyorlar. Evli bir öğretmen başkalarının çocukları için iyi bir eğitimci olmayı beceremez, çünkü bir an önce karısına, ailesine kavuşmak ister. Öğretmenlerimden İvan adındaki birinin sınıfta gözdeleri, çok sevdiği öğrenciler vardı. Ona karşı duyduğum sevgiye karşılık vermediğini biliyordum ve kafasında bana zarar vermek gibi bir istek olduğunu düşünüp kaygılanıyordum. Günün birinde, beni evine çağırdı – söylediğine göre, bana Fransızca öğretmek istiyordu. Oraya giderken gerçekten bir şeyler öğrenmeyi umuyordum, ama içeri adımımı atar atmaz elime bir kitap tutuşturup bir sandalyenin üstüne oturttu beni. Kısa süre sonra sıkılmaya başladım, sadece okumam için bana bir kitap verecekse beni neden evine çağırdığını anlayamıyordum. Yüksek sesle okuyordum ama o olaydan aklımda kalan tek anı, çok sıkıldığımdı. Sonra İvan beni ikindi kahvaltısına çağırdı. Oda kirasını ödediği kişiler Rusça konuşuyorlardı. Kadın genç ve cılızdı, sinirleri çok gergindi, bu yüzden sürekli hareket halindeydi. Adamın halini tavrını pek anımsayamıyorum ama kadının yüzünü hiç unutmadım. Küçücük, zayıf bir köpeği vardı, masanın altında koşturup duruyor, tabakları yalıyordu. Kadın ona bayılıyordu; bense, köpeğin o sağlıksız, çarpık ve sıska vücudundan, upuzun ayaklarından, patlak gözlerini çevreleyen küçücük kulaklarından pek hoşlanmamıştım. Bende acıma duygusu uyandıran, hali içe dokunan, çirkin bir köpekti kısacası. Minnacık boyu İvan için alay konusuydu. Orada olmamdan pek de hoşnut olmadıklarını ve kimi konuları ben yokken konuşmak istediklerini sezdim ama nasıl yapıp da oradan ayrılacağımı bilemedim. İşte tam o sırada, İvan’ın bana gülümseme şekli tiksindirdi beni ve tabağıma koydukları hiçbir şeye dokunmadım. İvan ve ötekilere ilişkin öyle şiddetli bir duyguya kapıldım ki midem bulanmaya başladı – ondan sonra, Fransızca derslerini sürdürmek benim için olanaksızdı. İvan’dan kaçmaya çalıştım, notlarım da düştü. Bizdeki sisteme göre, en yüksek not on ikiydi ve ben bir almıştım – bu da canımı iyice sıktı ve Fransızca öğrenmekten vazgeçtim. O dersin öğretmeni buna çok kızdı ama dersleri aksatmadım ve sınıfta yanıt verme sırası bana geldiğinde arkadaşlarımdan kopya alıyordum. Sınıfındaki öğrencilerin çalışkan olduklarını kanıtlamak isteyen öğretmen, bana en iyi notları veriyordu. Bu numarayı öğrendiğimde, kâğıt üstünde notlarımı değiştirmeye de başladım: Bir’i dokuz yapıyordum ve Fransızca öğretmeninin hiçbir şey fark etmediğini görüyordum. Kimse beni uyarmadığından, bu dili öğrenmeyi bütünüyle bıraktım.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.