Keşanlı Ali Destanı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Keşanlı Ali Destanı dilden dile çevrilerek dünyanın pek çok ülkesinde sahnelenmiş; oyuncusu ve seyircisiyle bütünleşmiş; dahası, Türk tiyatrosuna yıllarca öncülük etmiş bir başyapıt.

Haldun Taner’in “gecekondu ortamında bir kahramanlık mitosunun parodisi” dediği, modern epik tiyatronun en güzel örneklerinden biri sayılan oyunda, geleneksel gösteri sanatlarımızın birçok özelliği çağdaş bir yorumla sunuluyor. Yaratılan tipler öylesine gerçek, öylesine canlı ki, hemen her toplumun sosyal ve ekonomik açıdan benzerlik gösteren kesimlerinde karşımıza çıkıveriyorlar. Bu nedenle, Sineklidağ efsaneleri Keşanlı Ali ve Zilha ister İstanbul’da, ister Berlin’de, ister Londra, Beyrut ve Budapeşte’de, isterse Hamburg’da, nerede olursa olsun hep aynı ilgi ve sevgiyle karşılandı.

“Bizim geleneklerimizden, bizim insanımız ve konularımızdan yola çıkıp, bütün bunları, öz Türkçemiz ve bize özgü bir görüş biçimi ile çağdaş dünyanın verileriyle aktarmak”tan söz ediyordu ‘tiyatro düşünürü’ Haldun Taner... Keşanlı Ali Destanı’nda büyük usta işte bu sözünü yerine getiriyor.

1960’larda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin çağrılısı olarak, Tiyatro Enstitüsü’nde konuk hoca sanıyla dersler verirdim. Bunun için her ayın son haftası gider, Ankara’da kalır, sonra İstanbul’daki fakülteme dönerdim.

Altındağ’la ahbaplığım o tarihte başladı. Çoğu akşamlarım ve gecelerim orada geçti. Gün geçtikçe onlarla övür oldum. Gecekondu dünyasında geçecek bir oyun tasarlamaya da işte, o tarihte başladım. Konu ne kadar bizdense, oyunun üslubu da o kadar bizden olsun istiyordum.

1960’ta "Lütfen Dokunmayın"da kısmen ilk denemesini yaptığım epik unsuru, bu oyunda tüm dramatik dokuya yaymayı, bunun için de geleneksel tiyatromuzun anti-illüzyonist ve göstermeci öğelerinden azami surette yararlanmayı kurdum.

Oyunun yazımı, araya bir hastalık ve ameliyat da girdiğinden, bir buçuk yıl sürdü.

O dönemde Felsefe Bölümü’nün en yetenekli öğrencilerinden biri olan ama müzisyen cevherini henüz pek az kişinin bildiği Yalçın Tura’ya bir gün vapurda rastladım. Projemi açtım. Bu üsluba uygun bir müziği, en iyi onun yapacağına inanıyordum. İlkin heyecanlandı. Hemen işe koyuldu. Ne var ki, müziği tamamlayabilmesi bir yılı aldı.

Oyun, 1963 sonunda bitmişti. Önce İstanbul Operası’na verdik. Sonra Devlet Tiatrosu’na... İlle müziğin zengin bir arajmanını öneriyorlardı. Bense, bu haliyle kalmasında direndim. Uzlaşamadık. Daha sonra, Gülriz Sururi istekli çıktı. İlk okuduğumda ekip heyecanlandı. Engin Cezzar, “Biz bu oyunu dünya sahnelerine uçururuz” dedi. İki buçuk ay titiz bir provadan sonra, "Keşanlı Ali Destanı" 31 Mart 1964 gecesi Türk seyircisinin önüne çıktı. Oyun bittikten sonra perde alkıştan kapanmak bilmiyordu.

Bu başarıda, bestecinin, rejisörün, dekoratörün, ışıkçının, kostümcünün, 42 sanatçı ve teknisyenin ayrı ayrı her birinin elbirliği ve anlayışlı uyumunun, en az yazar kadar, eşit payı vardı.

“Keşanlı” o tarihten sonra bir “Tiyatro Olayı” oldu. Türkiye’de 130 defa oynandı. Engin Cezzar’ın kehanetini de doğru çıkardı. Dünya sahnelerine sıçradı. Yabancı dillere çevrildi. İngiltere’de, Almanya’da, Lübnan’da, Çekoslovakya’da, Macaristan’da, Yugoslavya’da, toplam 342 kere oynandı.

Her yerde aynı coşkuyu yaratıyordu. İster Türk, ister İngiliz, ister Çek, Alman, Macar, Lübnanlı, Yugoslav olsun, demek ki, hep anlayışlı ellere düşmüştü.

Yazar olarak en büyük şansım da bu oldu.

Burada cümlesine teşekkürü borç bilirim.

İstanbul, 4 Temmuz 1983

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.