İşte Senin Hayatın

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Demir Özlü’den yepyeni bir anlatı…

Devam eden sadece çürümeydi. Burada insan neye tutunabilirdi? Aşka mı? Gülünçtü. Tutunmak istediğin her şey acı bir kahkahaya dönüşüyordu.

Uzunca bir süredir YKY’de peş peşe kitapları yayımlanmakta olan Demir Özlü’den yepyeni bir novella: "İşte Senin Hayatın". Öykü ve romanları kadar anlatılarıyla da edebiyatımızın yaşayan ustalarından biri Demir Özlü. 50 Kuşağı öykücüleri arasında ilk akla gelenlerden. Öykülerinin yanı sıra romanları ve geniş bir edebiyat düşüncesi taşıyan denemeleriyle de günümüz edebiyatında söz sahibi bir kalem. Geçen yıl otobiyografik anlatılarına bir yenisini ekledi: İstanbul, İzmir, Paris ve Stockholm günlerinden silinmemiş imgeler, tanıklıklar, anı kesitlerinden oluşan “İşte Senin Hayatın”ı yazdı. Bu kitapta, bir yanda şiddet ve baskı toplumundaki politik sorunların tortusu, öte yanda özünde “sadece bir nostalji” olan yalnız bir yaşamın hiçliğe giden izleri var. Hepsi de somut bir kent dokusu üstünde, duyumsamaların rengârenk ipliğiyle işleniyor.

Demir Özlü, zamanla içinde düğümlenenleri filozofça bir müsamahayla, engin bir duyarlıkla çözüyor ve yaşamın dolambaçlı yollarını usulca gösteriyor.

Kendi, bozulan, köhneleşen kentindeydin. Annenin, babanın yaşamış oldukları, sonra da çıkıp gittikleri eski evde. Bu kente uğradığın zamanlarda boş kalmış bu evde ön yüzü sokağa bakan, arka tarafına eskiden kalma, birbirine benzer, üzerlerine derme çatma katlar çıkılmış üstteki sokakta yer alan, arka yüzleri görünen dairede. İlkbaharla sonbaharda buraya uğramayı alışkanlık edinmiştin.

Belki bir yıl kadar önceydi. Bir pazar günü olmalıydı. Pazar sabahları biraz daha tenha olan metroya binip Taksim’deki kahvede bir süre oturup, alanı seyrediyordun.

Artık bu kahveye de kimseler uğramıyor. Senin “bizim klan” dediğin arkadaşlık çevresinden geriye kaç kişi kaldı ki? Kahvede oturan bu yeni insanlardan bir tekini bile tanımıyorsun. Bambaşka insanlar bunlar. Senin dünyandan değil. Eğreti bir varlıkları var sanki.

Kahveyi terk edip, sabah saatlerinde biraz sakin olan caddeden Tünel’e kadar uzanıp, belediye binasının arkasındaki yoldan aşağı inen İlk Belediye Caddesi’ne sapıyorsun. Eski yıllarda bir dairesinde oturduğun Çinili Han’ı mutlaka göreceksin. Yokuş aşağı inen pek de geniş olmayan caddede, karşı kaldırımda durup, bir süre 1901’de yapılmış bu yapıya bakıyorsun. Beş yıl oturmuş olduğun üst katlarını da gözden geçiriyorsun. Bilmiyorsun, ama öyle düşünüyorsun: Belki de yaşamının en mutlu yıllarını orada, orada geçirdin. Keşke hep öyle kalsaydı yaşam!

Yaşam elbette hiç de öyle kalmayacaktı. Ama sen bu han adı verilmiş binanın o büyük dairesinde kalsaydın; ilgilerini dışa, toplumdaki çalkantılara kapasaydın... Her zaman öyle düşündün: Çok daha mutlu olacaktı yaşam. Gene bu sokaktan –her zaman yaptığın gibi– karşıdaki hemen sola tırmanan kısa sokaktan yirminci yüzyıl başında burada yaşayan Yahudi burjuva ailelerin oturduğu sokaklara sapıyorsun.

Galata’nın sanki gizlilik duyuran dar sokaklarında Paris’teki apartmanları andıran, hemen hemen aynı yıllarda yapılmış apartmanlar var. Terk edilmiş olarak duruyorlar. Pencerelerinden içerisinin karanlığı görünüyor. Kuşkusuz mimarlar Fransa’dan, İtalya’dan gelmişlerdi. Belki de Paris’te eğitim görmüş levanten mimarlardı. Çok uzun yıllardır bu yöre terk edilmiş gibi. Pencerelerde, içerisinde insanların yaşadıklarını belirten bir tek işaret yok. Siyah bir örtüyle kapalı pencereler. Belki örtü yok da boş yapıların birbirine yakınlığından güneş görmeyen –sokaklar çok dar çünkü– boş oluşunun rengi bu siyahlık. Yaşanmış, sonra da terk edilmiş, sonra da siyaha dönüşmüş.

Küçük yokuştan sağa dönüldüğünde, üç dört basamaklı merdivenle inilen küçük bir açıklık vardı. Taş döşeli açıklığın iki yanında da, gene bu açıklık çevresinde yükselen apartmanların demirden giriş kapıları. Bu küçük alandan, belki yirmi metre uzunluğunda bir tünelle, aşağıdaki sokağa iniliyordu. Sanıyordun ki bu apartmanlar arasında gizli geçitler bulunuyor. Bilmiyordun, bir pogrom* olur endişesiyle mi yapılmıştı? Belki apartmanların arka taraflarında, pek göze çarpmayan demir kapılar da vardı. Ama geçen yıl bu yöreyi gezişinde olduğu gibi, bu yıl da, bu küçücük alana geldiğinde –alan değil, bir açıklık kuşkusuz– demir kapı kilitliydi. Demir kapının iki yanında, betondan dayanak duvarlarının üzerinde yükselen demir parmaklıklar vardı. Bu duruma üzüldün. Ama çevrede bu değişimin nedenini soracağın kimse yoktu. Kilitli kapının çevresinde boş yere çalınacak bir zil aradın. Geriye dönüp, hanın önü sıra uzanan yokuşu inip, Galata Kulesi’ne kadar uzanan sokaklarda yürüyecektin. Ah, geçmiş yıllar... Belki yirmi beş yıl öncesinden başlayarak, buraların sana verdiği yaşam, elinden kaçırmış olduğun bir yaşam mıydı?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.