- A-Z
- KONU DİZİNİ
- Cogito
- Çizgi Roman
- Delta
- Doğan Kardeş
- Ansiklopedi
- Bilim
- Çocuk Çizgi Roman
- Deneme
- Destan
- Dünya Klasikleri
- Efsane
- Eğitim
- Etkinlik
- Gençlik
- Gezi
- Hikâye-Öykü
- İlkgençlik
- Klasik Dünya Masalları
- Masal
- Mitoloji
- Modern Dünya Klasikleri
- Okul Çağı
- Okul Öncesi
- Oyun
- Resimli Öykü
- Resimli Roman
- Resimli ve Sesli
- Roman
- Romandan Seçmeler
- Röportaj
- Seçme Denemeler
- Seçme Öyküler
- Seçme Parçalar
- Seçme Röportajlar
- Seçme Şiirler
- Seçme Yazılar
- Şiir
- Edebiyat
- Anı
- Anlatı
- Biyografi
- Deneme
- Derleme
- Eleştiri
- Gezi
- Günce
- İnceleme
- Libretto
- Mektup
- Mitoloji
- Modern Klasikler
- Otobiyografi
- Oyun
- Öykü
- Polisiye-Gerilim
- Roman
- Senaryo
- Söyleşi
- Yaşantı
- Yazılar
- Genel Kültür
- Halk Edebiyatı
- Masal
- Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar
- Koleksiyon Kitapları
- Lezzet Kitapları
- Özel Dizi
- Sanat
- Kare Sanat
- Sergi Kitapları
- Şiir
- Türk Şiir
- Tarih
- XXI. Yüzyıl Kitapları
- Sosyoloji - Sağlık
- TEKRAR BASIMLAR
- YENİ ÇIKANLAR
- ÇOK SATANLAR
Hazlar ve Günler
-
Özgün Adı:
Les plaisirs et les jours -
Kategori:
Edebiyat / Modern Klasikler -
Yazar:
Marcel Proust -
Çeviren:
Roza Hakmen -
ISBN:
978-975-08-5202-2 -
Sayfa Sayısı:
160 -
Ölçü:
13.5 x 21 cm -
YKY'de İlk Baskı Tarihi:
Mart 2013 -
Tekrar Baskı Sayısı / Tarihi:
10. Baskı / Eylül 2024
Marcel Proust’un 20’li yaşlarında kaleme aldığı, kısa anlatılardan ve şiirlerden oluşan bu eser, bir bakıma Kayıp Zamanın İzinde’nin habercisidir.
Honoré’nin yakışıklı sofra arkadaşı gençliğin ihtiyatsızlığıyla Heredia’nın eserlerinde genelde söylendiğinden daha fazla düşünce bulunabileceğini ima etmeye kalkışınca, zihinsel alışkanlıkları sarsılan konuklar surat astılar. Ama Mme Fremer derhal, “Aksine, onlar takdire şayan oymalı akikler, görkemli mineler, kusursuz kuyumculuk örnekleri” diye haykırınca bütün çehrelerde yeniden keyifli ve doyumlu ifadeler belirdi. Anarşistlere ilişkin tartışma daha vahimdi. Ama Mme Fremer bir doğa yasasının kaçınılmazlığı karşısında boyun eğercesine, teslimiyetle, “Bütün bunların ne yararı var? Zenginler ve yoksullar daima var olacak” dedi yavaşça. Ve en yoksulu en azından yüz bin frank ranta sahip olan bütün davetliler bu gerçekle yüz yüze gelince vicdan azaplarından kurtulup yürekten bir neşeyle son şampanya kadehlerini de devirdiler...
Alexis’in yaşlı gözleri kendisine bir at hediye edilmesi umudu ve on üç yaşında olduğunun hatırlatılmasıyla birlikte parladı. Ama teselli bulmamıştı, çünkü amcasını, Sylvanie Vikontu Baldassare Silvande’ı ziyarete gitmesi gerekiyordu. Alexis, amcasının hastalığının tedavisi olmadığını öğrendiği günden beri onu birçok kez görmüştü elbette. Ama bu arada her şey değişmişti. Baldassare artık hastalığının farkındaydı ve en fazla üç yıllık ömrü kaldığını biliyordu. Bu malumatın amcasını nasıl olup da kederden öldürmediğini ya da çıldırtmadığını anlayamayan Alexis onu görmenin ızdırabına katlanamayacağını düşünüyordu. Amcasının yaklaşan ölümünden bahsedeceğinden emindi; onu teselli etmek şöyle dursun, hıçkırıklarını tutabileceğini dahi sanmıyor, bu gücü kendinde bulamıyordu. Akrabaları arasında en uzun boylu, en yakışıklı, en genç, en canlı, en şefkatli erkek olan amcasına öteden beri tapardı. Onun ela gözlerine, sarı bıyıklarına, küçüklüğünde kendisi için yoğun bir sevgi ve haz yuvası, bir sığınak olan, o zamanlar gözüne tıpkı bir kale gibi erişilmez, tahta atlar kadar eğlenceli ve bir tapınaktan daha kutsal ve sağlam görünen dizlerine bayılırdı. Babasının ciddi, koyu renk kıyafetlerini hiç mi hiç beğenmez, ileride daima at üzerinde, bir soylu hanım kadar şık ve zarif, bir kral kadar görkemli olmayı hayal ederdi; Baldassare onun gözünde ideal erkekti; amcasının yakışıklı olduğunu, kendisinin de ona benzediğini bilirdi; ayrıca amcasının akıllı, cömert ve bir piskopos ya da general kadar güçlü olduğunu da bilirdi. Aslında annesiyle babasının eleştirilerinden vikontun bazı kusurları olduğunu öğrenmişti. Kuzeni Jean Galeas’nın onunla alay ettiği gün nasıl öfkelendiğini, Parma Dükü ona kız kardeşiyle evlenmesini teklif ettiğinde gözlerindeki parıltının okşanan gururunu nasıl ele verdiğini (memnuniyetini örtbas etmek için dişlerini sıkıp Alexis’in hoşlanmadığı bir alışkanlıkla yüzünü nasıl buruşturduğunu) ve vikontun müziğini beğenmediğini açık açık söyleyen Lucretia’yla nasıl küçümser bir tonda konuştuğunu kendi de hatırlıyordu zaten.
Annesiyle babası amcasının başka bazı eylemlerine, Alexis’in bilmediği, sertçe kınanan davranışlarına da değinirlerdi sık sık.
Ne var ki Baldassare’ın bütün kusurları, bayağı mimiği ortadan kalkmış olmalıydı. Amcası iki yıl sonra belki de ölmüş olacağını öğrendiğinde Jean Galeas’nın alayları, Parma Dükü’nün dostluğu ve hatta kendi müziği kim bilir ne kadar anlamsız gelmişti ona. Alexis onu gözünde her zamanki kadar yakışıklı, ama ciddi ve her zamankinden de mükemmel olarak canlandırıyordu. Evet, ciddi ve şimdiden tam olarak bu dünyaya ait değilmiş gibi. Dolayısıyla umutsuzluğuna biraz endişe ve korku da ekleniyordu.